3. Bölüm
🍁
Tufan sabaha karşı Ankara'ya vardı. Kabristana uğrayıp Kemal'i eve bıraktıktan sonra evine geçip kısa bir duş almış, kendini idare edecek kadar kıyafeti valizine yerleştirdikten sonra yola çıkmıştı. Şimdi ise gerek yolculuktan gerekse uykusuzluktan dolayı gözleri cayır cayır yanıyor, hiç mola vermediği için bedeni ister istemez tepkiler gösteriyordu.
Gergin bedenini rahatlatmak adına sırtını arkasına biraz daha yaslayıp doğru pozisyonu bulmaya çalıştı. Camı aralayıp yüzüne çarpan Ankara'nın soğuğunu teninde hissettiğinde ise derince nefes aldı. Sabahları bu saatte yollar yoğun olabilirdi ama hafta sonu olduğu için pek trafik yoktu. Yoldan gelip geçen seyrek insanlar ve çöp konteynerlerinin etrafında dolanan kedi, köpeklerin dışında Keçiören'in sakin sokakları sabahın bu saatinde bomboştu. Sakin yolları aşıp patronunun kiraladığı geçici evinin önüne geldiğinde ise kontağı kapatıp başını arkaya attı. Kafası kazan gibiydi.
Çalan telefonunu meşgule atıp araçtan indi ve sert rüzgârla siyah saçları hafifçe dağıldı. Fazla oyalanmadan bagajı açıp valizini çıkardı. O sırada binadan çıkan yaşlı bir adam marketin ön tarafını kaplayan kepenkleri açıyordu.
Tufan, adamın arkasından ufak marketin içine girdiğinde, "Günaydın." dedi düz bir sesle. "Siz de aspirin falan var mı?"
Yaşlı adam kapının tam karşısındaki kasanın yanına geçip şalterleri açtığında arkasını dönüp hafifçe gülümsedi ve içerinin bir anda aydınlanmasıyla birlikte yüzündeki kırışıklıklar daha da belirginleşti. "Gripin de var, aspirin de hangisinden vereyim."
"Gripin olsun."
Yaşlı adam kasanın hemen yanındaki rafa uzanıp bir tane gripin uzattı. Karşısında ki uzun boylu, kalıplı adamın buralı olmadığı belliydi, zira uzun yıllardır burada yaşıyordu ve bu heybetli adamı ilk kez görüyordu. Genç adamın uzattığı parayı alıp, para üstünü verirken, "Burada mı oturuyorsunuz?" diye sordu.
"Hayır." dedi, mesafeli bir sesle. "Geçici süreliğine buradayım."
Yılların esnafı yaşlı adam karşısındaki esmer delikanlıyı şöyle bir süzdü. Gencecik yaşta göçüp giden oğlu da bir zamanlar bu adam gibi boylu posluydu. "Yalan dünya." diye mırıldandı kendi kendine. "Nice yiğitleri öldürüp, nicelerini güldürdün."
🍁
Tufan iki kat çıkıp dairesinin çelik kapısını açtı ve valizini girişe bıraktı. İlgisini çekemeyen eve göz atmadan doğrudan mutfağa girip bardağına su doldurduğunda ise gripinin tozunu içine boşalttı. O sırada telefonu tekrar çalmaya başlamıştı. Kemal onun sesini duymadan rahatlayamayacaktı anlaşılan!
Suyun içindeki toz madde çözülmeye devam ederken cebinden telefonu çıkardı. Bardağını aldığında ise duvar dibindeki cam masanın etrafında ki sandalyelerden birine oturup gelen aramayı cevapladı. "Çok mu özledin beni?" diye sordu dalga geçerek. "Daha akşam beraberdik."
"Niye açmıyorsun oğlum?" Kemal'in uykulu sesi sitemli geliyordu. "Yola çıktın mı diye merak ettim."
Tufan'ın diğer kolunu masaya yaslayıp parmaklarıyla şakağını ovmaya başladı. "Ankara'dayım az önce geldim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÖNÜM NOKTASI
ChickLitKapı aralığından gözüne çarpan çıplak bedenle olduğu yere çakılı kaldı. Alkolün esir aldığı beyni ona oyun oynamıyorsa... Evet, kesinlikle çıplaktı! Yutkundu ve yanlış olduğunu bile bile onun kıvrımlı bedenini baştan aşağıya süzdü. Dişlerini sıktığı...