1601, KAFKASYAPrens Alkas'ın Sarayı
Gün batmak üzere, güneş alıp başını gitmekteyken bir ucu koca Kafkas dağlarının yamacına öbür ucu ise çağıl çağıl akan buz gibi derelere çıkan saray bahçesinde şen kahkahalarla oynamakta olan kızlarına acıyarak bakmıştı Feride Hatun.
" Henüz daha küçükler. Hele Şahincan..."
" Kızlarımız küçük değil artık. Büyüdüler. Hem bundan ala talih mi olur? "
" Yine de..."
Bundan bir hafta kadar önce bir haber ulaşmıştı Çerkes diyarına. Haber Prens Alkas'ın, Osmanlı sarayında vazifeli olan kardeşi Servazad Hatun'dan gelmekte ve onlara kutlu bir teklif sunmaktaydı. Öyle ki Servazad Hatun, kardeşinden yeğenlerini alıp yetiştirmek adına talepte bulunmuş, bunun bir an evvel olmasını istemişti.
Şüphesiz ki aldığı bu teklif karşısında Prens Alkas'ın çehresi aydınlanmış ve dahi aylardır kaçan neşesi yerine gelmişti. Fakat bu durum anne Feride'de ise tam aksi bir hal yaratmış ve onu büsbütün perişan etmişti.
" Osmanoğulları biz Çerkeslere koca bir saadet borçlu Feride. Bizden çaldıkları umutları, istikbali bize geri vermeye mecburlar. Kadere bak ki bu kez benim kızlarımın yıldızı parlayacak."
" Nasıl bu kadar emin olabilirsin? Ne malum büyük halaları rahmetli Mahidevran Sultan gibi kederlere gark olmayacakları, ne malum diğer Osmanoğlu'na giden Çerkes sultan büyükleri gibi bir köşeye atılmayacakları? "
" Yeter Feride! Böyle söyleyip de yüreğine korku peyda etme sakın. Unutma ki mazide olanlar biz dikkat edersek tekrar etmez. Hem Servazad var sarayda. Sonra kardeşin Altunşah Sultan, Ruhsar halamız ne güne durur? El birliğiyle korur kollarlar onları. "
" Haklısın lakin... "
" Kızlarla konuş Feride. En geç haftaya kadar yola koyulmaları gerek."
" Alkas... "
Titreyen ellerini son bir umut eşinin yüzünde gezdirmişti Feride Hatun. Sanki yalvarırcasına bu karardan dönmesini ister gibiydi. Ancak Prens Alkas çoktan kararını verdiğinden olsa gerek yüzünde dolaşan titrek elleri avuçlarının içine alıp bir iki buse kondurduktan sonra saraya doğru ilerlemişti. Feride Hatun ise artık kabullenmek gerektiğinin farkına varmış halde gözlerinden süzülen yaşları silip dalıp gitmişti kan rengine bürülü semaya.
***
Prens Alkas'ın Sarayı
Kızların Odası
Akşam yemeğinden beri alışılmadık bir sessizliğe gömülmüştü saray. Öyle ki baba Prens Alkas'tan tutun da anne Feride Hatun ve abiler bile dalgın, keyifsiz ve soğuktu.
Bir müddet daha süren bu garip hava annenin kızlarına masal anlatacağını söylemesiyle nihayet dağılmış, yerini kızlar üzerinde meraka bırakmıştı. Buna sevinen kızlar da anneleriyle birlikte odalarına çekilip heyecanla dinlemeyi arzu ettikleri masalı beklemeye koyulmuşlardı.
" Bu masal bize mi yoksa sadece Şahincan'a mı has olacak?"
Feride Hatun, büyük kızı Hansuret'in yarı alaylı suali üzerine kendini tutamayıp hüzünle karışık bir buruklukla gülmeye başlamış, akabinde de her iki kızını yanağından öpüp bağrına bastırmıştı. Sahi ne de kurnaz, akıllı bir kız olmuştu Hansuret'i. Oysa hala bir yanı çocukça, safçaydı.
" İkinize has bu masal. Sen ve kardeşine... "
" Dinliyoruz o halde."
Kadife minderlerin üzerinde bir çınarı andıran Feride Hatun, kol tarafları kırışmış olan yeşil kaftanını elleriyle düzeltmiş ve hemen yanında duran toprak testiden kendine bir yudumluk su koyup bardağı dudaklarına götürmüştü. Masalın heyecanı onu da sarmış görünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇERKES SULTAN : MAHFİRUZ
Historical Fiction1. Ahmed'in eşi ve evlatlarının annesi olan Hatice Mahfiruz Sultan'ın hayatını kurgulayarak siz kıymetli okurlarıma aktarmaya çalışacağım.