1619
Şehinşâh-ı adâtet-pîşe Osmân Hân-ı sânî kim
Vücûdıyla hayât-t tâze buldı mülk-i Osmânî(Şahlar şahı, adaletli II. Osman Han’ın tahta cülusu ile Osmanlı mülkü taze hayat buldu).
Nefi'nin bu mısraları cümle cihana hakikati haykırmaktaydı. Bu genç padişah ki henüz on dördünde olup yaşıyla kıyaslandığında hayret edilecek denli yedi dil bilen, felsefeye düşkün, atlar hususunda ve ata binmede usta, hattat, dedesi Yavuz Sultan Selim Han'ı örnek alarak sade giyinip halk çocuğu gibi ahaliye yakın davranan ve dahi Farisi mahlaslı şair olan bir civan hükümdardı.
Bunların hepsi esasında validesi Hatice Mahfiruz'un eseriydi. O ki evlatlarının yetişmesi hususunda hayli hassas davranmış, onları aldıkları eğitimlerle çağının ötesine taşımıştı. Öyle ki evlatlarının eğitimi için ta Kafkas diyarından, Frengistan'dan hocalar tutup getirtmiş bu uğurda kendisi de oğullarına bizzat müderrislik etmişti.
...
Osman yiğitti. Gözü kara ve dahi aklına güvenirdi. Tabi elbet onun da danışıp akıl aldıkları vardı. Bunlardan biriyse lalası Hoca Ömer Efendi'ydi. Bu adam öyle hırslı öyle de gözü yükseklerde olandı ki... Kendi menfaatleri uğruna Osman'ı da olmazlara sürüklüyor, her dediğini yaptırıyordu.
İşte Ömer Efendi'nin icraatlerinden biri de Kızlarağası Mustafa'nın mallarına el konularak Mısır'a sürgün edilmesiydi. Buna sebep ise kısa zamanda ardı ardına tahta çıkan padişahların cülus adına hazinede para bırakmamasıydı. Bundan istifade Ömer Efendi bir gün hünkarın huzuruna çıkmış ve lafı evelenip gevelemeden olduğu gibi söylemişti.
" Koskoca Al-i Osman bir avuç cülus akçesinin derdine düşmüş iken bu baldırı çıplak malk mülk sahibi olup çıkagelmiş. Devlet malını kendi kazanıp da koyduğu bellemiş. "
Hoca'sına hak vermişti genç sultan. Hak vermiş ve sürgüne gönderilen Mustafa Ağa'nın yerine Süleyman Ağa'yı kızlarağası makamına getirmiş, böylelikle de haremi dahi Ömer Hoca'nın adamlarıyla doldurmuştu. Halbuki nice vazifelere tayin ettiği bu adamlar ileride onun sonunu getirecek, hem de bir eşi daha görülmeyecek hallere sokacaklardı.
...
***
" Bu vazifeyi asil halam Mahidevran Sultan adına alıyorum. "
Eski Saray'dan ait olduğu sarayına vardığında nedimesine dönüp bu sözü söylemişti, Mahfiruz Valide. Ardından da dairesine geçip kurulmuş ve dahi günlerce şükür namazı kılmıştı.
Ancak onun bu mutlu günleri o kadar da uzun sürmemiş, bundan birkaç ay evvel hastalık sebebiyle küçük kızı Zeynep'i gözyaşları içinde toprağa vermişti.
Ah... Dahası da vardı elbet. Mahfiruz'un ciğerlerine inen illet onu geceleri uyutmaz, gündüzleri de soluk aldırmaz olmuştu. Hekimlerse onun iyileşmesi umuduyla bir süre Saruhan'da kalmasını söylüyor lakin Çerkes Valide bunu istemiyordu. Öyle ki onun yeri oğlunun yanıydı. Üstelik şu sıralar yeniçeriyle sorunlar baş göstermiş ve dahi paşalar içinde de gerilimler hasıl olmuştu.
" O vakit biz en iyisi Üsküdar'a yerleşelim. "
Öyle de olmuştu. Bir müddet Üsküdar'daki saraylardan birinde kalmıştı, Mahfiruz. Fakat orada iyi olacağı yerde aksi gibi daha da fenalaşmış ve yeniden Topkapı'ya dönmüştü.
...
Her şey bir yana bir başka derdi de padişah oğlunun Rus cariye Meylişah'a duyduğu muhabbetti. Zira nice sanrılarla büyütüp yetiştirdiği oğlunun bir köleye tabi olurcasına bağlanmasını hiç mi hiç hoş karşılamıyordu o. Neticede nice diyarların asil, soylu kızları dururken haremin işlerini yapmakla vazifeli ne idüği belirsiz bir bendeye (köleye) gelinim demek içinden gelmiyordu.
" Şahincan, bir kız var aklımda. Hani şu Arnavut beyinin kızı olan... İsmi Züleyha... Acep arslanımla baş göz mü etsek ? "
Münasip bulunmuştu. Allah'ın izniyle en kısa zamanda bu izdivaç da gerçekleşecekti. Fakat işte başa gelen sıkıntılar büyüktü. Hastalık bir yandan, oğlunun saltanatına göz dikenler öbür yandan...
Valideliğin bu denli bir ateş deryası olduğunu bilmezdi Mahfiruz. Lakin gayrı iyi bilmiş, bellemişti. Velhasıl taht da iktidar da masumiyetleri söndüren, yüreğe korkular salan, düşmanları çoğaltan bir kötü mevkiydi. O da bunu geç olmadan anlamıştı.
...
***
" Yenilik elbet dinç tutar, arslanım. Bunu ben de bilirim. Lakin her şeyin de bir vakti vardır. Bir usulü... "
Oğlu Osman'laydı, Mahfiruz. Onunla devlet meselelerini görüşüyor bilhassa da yeniçeriler hususunda oğluna öğütler veriyordu.
" Beklemeye ne hacet validem ? Yeniçeri dediğiniz o hainler kendi makamlarını benden dahi üstün tutar, istediklerini verdikçe de azıtırlar. "
O an canını dişini takmışcasına kendini pareleyerek oğlunun önüne atılmıştı, Mahfiruz Valide.
" Bekle arslanım, bekle hele ! Şayet olur da ocaklı kullarını böylesi bir gazapla ezecek olursan... "
" Ezecek olursam, ne validem ? Ben onları ezmeden onlar mı beni ezer yoksa ? "
" Allah'ım esirgesin ! "
O an kıymetli taşlardan yapılma yüzüklerle dolu olan elini korkuyla oğlunun yüzünde gezdirmişti, Çerkes Sultan. Akabinde sanki boğazı yırtılırcasına öksürmeye başlamış ve kuşağında gizlercesine tuttuğu kanlı mendilini çıkarmıştı.
" Validem... Validem iyi misiniz ? "
" İyiyim. İyiyim Osman'ım. "
Doğrusu hiç iyi değildi Mahfiruz. Aylarca, yıllarca şu üstüne yapışan öksürüğü bir türlü atamamış, günden güne solmuş ve dahi iyice de zayıflamıştı.
Osman ise bu vaziyetten yana hayli tedirgindi. Öyle ki gayet de aklı başında olduğundan validesinin halini anlıyor lakin ne acıdır ki elinden fazlaca bir şey de gelmiyordu.
" Validem, lütfen iyi olun. Lütfen... "
" Olacağım arslanım. Allah'ın izniyle yine iyi olacağım. "
...
Umutlar, umutlar, umutlar...
Oysa bu yeni valide için son yakındı. Ne yazık ki pek yakın...
Ah...
...
* Yorumlarınızı bekliyorum. 🌹
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇERKES SULTAN : MAHFİRUZ
Ficção Histórica1. Ahmed'in eşi ve evlatlarının annesi olan Hatice Mahfiruz Sultan'ın hayatını kurgulayarak siz kıymetli okurlarıma aktarmaya çalışacağım.