⭐ İllet ve Hanedan ⭐

525 23 37
                                    

2 Ay Sonra

Osmanlı Sarayı

" Safiye Sultan'ın ahı mı tuttu dersin, Servazad? Onu Eski Saray'a sürmekle hata mı ettik? "

Kalın perdeleri örtülü dairenin kasvetli havası yetmezmiş gibi Handan Sultan'ın böylesi sözler etmesi daha da bi bunaltmıştı kalfayı. Vaziyet fenaydı evet lakin bunun Safiye Sultan'ın bedduasıyla bir ilgisinin olacağını hiç sanmıyordu o.

" Böyle demeyin sultanım. Hüzünle kavrulan yüreğinize bir de pişmanlık otunu eklemeyin. Hem Safiye Sultan ayrı bu illet ayrı iştir. Bedduayla ne ilgisi olsun? "

Hastaydı Ahmed. Şifası pek de bulunmayan bir illete yakalanmış günlerdir ateşler içinde yatak döşek yatmaktaydı. Yalnızca o da değildi hasta olan. Hanedanın umudu Şehzade Mustafa da aynı illetten muzdarip, Rabbinden şifa bekliyordu.   Velhasıl zor bir imtihandı onlarınki. Üstelik bu durum asırlık devlet için de sonun başlangıcı sayılmakta devlet erkanı tarafından tahtın şeyhülislama yahut da Kırım Hanlığı'na devri konuşulmaktaydı.

Her şeyden haberdardı Handan Valide. Haremağası Kudret Ağa tarafından bizzat bilgilendirilip atılacak olan adımlardan yana anında harekete geçebiliyordu. Şükür ki merhum Şehzade Mahmud'un idamının ardından saraydan ayrılma talebi reddedilmişti ağanın. Doğrusu bu vesileyle kara hadımağanın sarayda vazifesinin başında oluşu Handan'ın kolay pes etmemesini sağlıyor ona güç veriyordu.

" Haklısın Servazad. Lakin arslanım için endişe ederim. Yok mudur çiçek denilen illete bir çare? Hekimler neden hala bir şey yapmaz? "

Seneleri evladı adına ölüm korkusuyla geçen validenin ölüm onlara bu denli yakınken neler hissettiğini anlayabilmek zor değildi elbet. Öyle ki içi yana her ana gibi bitkin, perişan hallerdeydi Handan da. Beklediği bir umut... Sadece küçük bir umuttu işte. Ancak gün geçtikçe  yerini kabullenmeye bırakan bir kabus oluveriyordu bu. Elden bir şey gelmiyordu.

Servazad ise Ahmed'in iyileşemeyeceği yönünde hisler taşımakta fakat bunu dile getirememekteydi. Öyle ya çiçekten dolayı elden ayaktan kesilip yataklara düştükten sonra kim hastalığından kalkabilmişti ki? Ahmed ve Mustafa'nın da kurtulma ihtimali olmayacağı belli kuşku götürmez bir gerçekti. Zaten hal böyleyken nasıl olacaktı ki?

" Sakin olun sultanım. Siz de Mahfiruz da heder ettiniz kendinizi."

" Mahfiruz..."

Gelini günler sonra aklına gelmişti Handan'ın. Sahi o ne haldedir kim bilir? Ah... Çocuk sayılabilecek yaşıyla kocasının acısını sırtlamak ne zor gelmiştir ona.

" Mahfiruz... O kızcağız nasıldır? "

" Nasıl olsun sultanım? Uyumaz, yemez içmez. Hatunlar zorla da olsa yedirir lakin o hemencecik isfrar eder. Onun ahvali de sizden farksız değildir anlayacağınız."

***

Hakikat buydu. Mahfiruz'un gözleri ne güne uyanıyor ne de geceye kapanıyordu. Halsizdi. Ahmed'in hastalığı onu da eritip bitirmişti. Gayrı
onu mesut edecek tek bir neden bile kalmamıştı cihanda. Öyle çaresizdi.

" Abla hiç değilse çorba iç. Günlerdir açsın. Su dahi koymadın ağzına."

Fatma Şahincan'ın yumuşak tatlı sesi yine kar etmemiş, ablasına biraz olsun yemek yedirememişti. Esasen bu durum Fatma'yı da hayli endişelendirmiş ve dahi korkutmuştu. Olur ya Sultan Ahmed'in vefat haberi salınırsa ablası da ona yoldaşlık etme niyetinde bulunur canına kıyar...

" Ne olursun ye abla."

Sessizdi Mahfiruz. Zifiri karanlık, dipsiz kuyu misali sessiz... Ağlamaktan kızarmış şiş gözleri, susuzluktan çatlamış olan pembe dudakları ve titrek elleriyle zikredercesine oturduğu şilte üzerinde bir ileri bir geri sallanıp durmaktaydı yalnızca.

ÇERKES SULTAN : MAHFİRUZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin