⭐ Padişahın Ahvali ⭐

508 27 104
                                    

1603, Osmanlı Sarayı

50 Gün Sonra...

Şehzadenin vefatının ardından tam elli koca gün geçmişti. Devlet içinde devamlılık esas olduğundan Sultan Mehmed bir diğer oğlu olan Şehzade Ahmed'i veliaht ilan etmiş fakat ülke içinde hala daha yasın sürmesinden dolayı da Ahmed ve Mustafa'nın sünnet törenlerini ertelemek zorunda kalmıştı.

Doğrusu Sultan Mehmed'in verdiği idam kararından sonra pek dirayeti kalmamış, kendini dairesine kapamıştı. Sağda solda işitilenlere göre kederden eriyip giden padişah yataklara dek düşmüş, acıyla kıvranmaktaydı. Buna sebep ise Şehzade Mahmud'un idamının ardından önüne çıkan bir dervişin, elli altı gün sonra karşına çıkacak olan hadiseye hazır ol, demiş olması ihtimaliydi.

Ancak Servazad Hatun'a göre sebep süren Celali ayaklanmaları ve Tebriz'in kaybedilmesiydi. Velhasıl binbir yorum ve fikir dolanıp duruyordu haremde.

Hatice ise halasının öğütlediği gibi kardeşi Fatma ile birlikte kendini yalnızca derslerine verip hiçbir dedikoduya dahil olmamaya çalışıyordu. Öyle ki bazı vakitler teyzesi Altunşah Halime Haseki'nin yanına bile gitmeye çekiniyor fakat yine de saygısızlık etmekten korkusuna gidiyordu. Zira halası Servazad ona çoktan bir yol tutturmuş ve gönlüne bir nakış misali Handan Haseki'nin oğlu, Şehzade Ahmed'i işlemişti.

Şimdilerde Hatice laflarla kazan gibi kaynayan bu sarayın bir köşesine oturmuş öğrenmiş olduğu lisanlara bir yenisini daha katmak için uğraşıyordu. Hırslıydı. Hırslı ve de akıllı... Ondaki öğrenme açlığı ve ilim sevgisi harem içinde kimsede yoktu. O eline ne geçerse okuyan, birçok lisan konuşabilen, uyumlu fakat hiçbir şekilde Çerkes adetlerinden yana ödün vermeyen bir kızdı.

Misal su onun için kutsaldı. Ne vakit kötü bir rüya görse eline bir tas su alır, gördüklerini suya anlatırdı. Sonra Osmanoğulları gibi giyinmeyi sevmezdi. Kafkasların ruhunu taşıyan işlemelerle bezeli kaftanlarından giyerdi. Halbuki haremde bu yasaktı. Lakin harem halkının çoğunun Kafkas kökenli ve dahi Servazad Kalfa'nın baş hazinedar oluşu bu duruma imkan tanıyordu.

" İşittin mi abla, hünkar pek hastaymış? "

Bu sual ona yöneltilene dek ecnebi lisanına dairki çalışma kağıtlarına yönelttiği dikkatini huzursuzca başını kaldırarak kendisine zümrüt yeşili gözlerle bakmakta olan kardeşine çevirmişti, Hatice.

" İşittim fakat bunlara kulak vermesen iyi olur kardeşim. Maazallah dilin yüzünden başını belaya sokacaksın."

Hayretini gizleyememişti Fatma. Öyle ki ablasının bu ketum tavrı ona oldukça yabancıydı.

" Sen de tıpkı halam gibi konuşur olmuşsun. Halbuki dediğimde ne var? Herkes söyler, herkes dile getirir bunları. "

" Unutma, biz herkes değiliz Fatma. Biz Çerkes Prensi Alkas'ın evlatlarıyız. Hem babamıza söz verdik. Sözümüzde durmaya mecburuz."

Haklıydı Hatice. Onlar Çerkes kanından gelme soylu ve de onurlu kızlardı. Laf getirip götürmek bir yana böyle tehlikeli laflar içinde yer almak onlara göre olmamalıydı. Hem onun uzun zamandır kendince bir çabası, hayali vardı. Sultan olacaktı. Hal böyle iken ortalıkta dolanan aslı olmadık şeylere itimat edemezdi.

Kabul, hünkar hastaydı. Valide Safiye Sultan'ın günlerdir has odadan çıkmayışından belliydi zaten. Belli ki yüreği yanan her ana gibi o da son ana dek evladının yanında olmak istiyordu. Allah bilir lakin hak vaki olursa sırada Ahmed vardı. Ahmed...

Gözlerini usuldan kapatıp bu iki sene içinde yalnızca dört kez gördüğü şehzadeyi düşünmüştü Hatice. Şehzade ile aynı yaşta olmalarına karşın onun nasıl cılız bir vücuda  sahip olduğunu aklına getirip henüz yenice çıkmakta olan bıyıklarını hayal etmişti. Fakat her şey bir yana şehzadeye duyduğu sevgiyi es geçemezdi. Öyle ki şu iki buçuk aydır onu sabah akşam düşünmeden geçen tek bir anı dahi olmamıştı.

Hatice hayaller aleminde kendinden geçerken kucağına döktüğü mürekkep hokkasının akışı yerinden sıçramasına neden olmuştu. Öyle bir irkilmişti ki istemsizce de olsa küçük bir çığlık koparmıştı.

Dalgındı. Ne vakit Ahmed'i düşünse eli ayağına dolanıp sakarlığı tutardı. Neyse ki kaftanının bir ucu lekelenmişti. Evvela kuşağından çıkardığı mendiliyle silmiş akabinde de kaftanını değiştirmek için yerinden doğrulmuştu.

O sırada etrafta koşuşturan cariyelerin arasında pek telaşlı olduğu aşikar halde olan halası Servazad Hatun'u görmüş ve bir tuhaflık olduğunu sezinlemişti.

" Sen iyi misin hala? "

Yeğeninin bu sualine yalnızca başını sallayarak yanıt vermeye çalışmıştı kalfa kadın. Ancak Hatice için bu kafi gelmemiş sualini yinelemişti.

" Hatice... Kimselere söz etme lakin hünkarımızın vaziyeti pek fena. Hekimler bugünde yarında diyor. Anlayacağın sancılı günler yakındır. "

" O vakit Şehzade Ahmed padişah olacak."

" Orası belli olmaz. Malum Şehzade Mustafa da var sarayda."

" Teyzem... Ya ona ne olacak? "

" Bilinmez. "

İstemsizce titreyip bir iki adım geri gitmişti Hatice. Kalbinde peyda olan korku onu ele geçirmiş ve huzursuz etmişti.

Akıbeti düşünmek korkunç bir şeydi. Hele de ucunda ölüm var iken...

" Ah... "

Artık olacakları bekleyip görmek lazımdı. Yapılacak olan tek şey buydu.

ÇERKES SULTAN : MAHFİRUZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin