⭐ Rum Kölenin Gölgesi ⭐

539 21 31
                                    

Ertesi Gün

Eski Saray'dan, Saray-ı Hümayun'a doğru altın varaklı, kenarları gümüşi süslerle çevrelenmiş, kumaşı Halep'e has oldukça süslü ve bir o kadar da büyük bir araba yolların engebesinde iki yana doğru devrile devrile gelmekteydi. Üstelik önde ve arkada kendisini muhafa amaçlı bulunan dörder sipahi de bulunuyordu.

Aradan geçen kısa bir zamandan sonra bu gösterişli arabanın çift kanatlı kapıları ardına kadar açılmış ve içerisinden iki kalfa ve bir kızcağız çıkmıştı. Akabinde de göğün en havai rengini üzerine geçirmiş olan bugüne dek görülmemiş mavimsi bir kaftanın ihtişamıyla arabadan yılların güçlü hasekisi, sultanı ve dahi validesi Safiye Sultan inmişti.

" Hamd olsun, bir kez daha dünya gözüyle şu mübarek sarayın eşiğine yüzümüzü sürebildik. Ah... "

Yüzünde beliren kırışıklıklarına keder inmişti sultanın. Öyle ki bu taş duvarlar arasında yükselen kubbeli saraya ömrünü, umutlarını, dostlarını, kocasını ve evlatlarını, torunlarını vermişti. Şimdiyse...

" Hoş geldiniz sultanım. Sefalar getirdiniz. Hünkar Efendimiz ve Validemiz sizleri Has Oda'da beklerler. Buyurunuz. "

Sarayın koca kapıları açılmış ve kendisine doğru gülümseyerek gelmekte olan kalfayı görmüştü Safiye Sultan. Bu kalfa ki vaktiyle ihsanda bulunmuş olduğu Şebsafa'dan başkası değildi.

" Hoş bulduk Şebsafa. Ne o, Benli Haseki hürmet gösterip bizi karşılamaya gelmedi mi ? "

Alındığı her halinden belliydi Safiye'nin. Her ne kadar kötülükleriyle de nam salmış olsa da o neticede bu devletin saygıya layık validesiydi.

" Bir malumatım yok sultanım. Dilerseniz geçebiliriz. "

Şebsafa'nın bu sözü üzerine yanında bulunan kıza işaret edip onu da yanına katmıştı, yaşlı sultan. Sonra da yerlere dek değen eteklerini toplayıp aylar sonra ilk kez  haremden içeri adımını atmıştı.

***

" Böyle bir şeye nasıl müsaade edebildin hala ? O hatunu Ahmed'in koynuna nasıl sokabildin ? "

Öfkeliydi Mahfiruz. Dün geceki halvet meselesini duyduğundan beridir hiç umulmayacak halde dellenmiş ve Servazad halasına yüklenmişti.

" Hatice kızım, Allah aşkına kendine gel! Şu hallerin sana yakışıyor mu hiç ? Bir de gebesin... "

" Bana bunu söylemeliydin hala. Gelip söyleseydin o hatunla Ahmed..."

" Yeter artık Hatice! O hatun değilse de bir başka hatunla olacaktı hünkarımız. İşittin mi? Dua et ki ağzı var dili yok o kızın. Öyle ki sırf senin istikbaline mani olmaya kalkmasın diye bizzat ben seçtim. "

Durulmuştu Mahfiruz. Durulur gibi olmuştu. Öyle ya o da biliyordu gerçeği. Ahmed'in başka hatunlarla da münasebet kurup çoluk çocuğa karışacağını, kendisinin de tıpkı büyük halası Mahidevran Sultan misali acılara gark olacağını en başından beri biliyordu.

" Karnındakini düşün yavrum. Şimdilik tek meşgalen bu olsun."

Boğaza bakan küçük penceresinin önüne çıkmıştı Çerkes güzeli. Firuze rengi gözleri buğulu, gül pembesi dudakları ise bağırıp durmaktan kuruyup çatlamış haldeydi. Gözünün önünden Ahmed'in hayalini geçiriyor bir de henüz yüzünü dahi görmediği hatunu zihninin bir köşesinde tasvir ediyordu.

" Güzel mi? "

" Ne güzel mi? "

Yeğeninin bu sualini anlamlandıramamıştı, Servazad.

" Hatun, diyorum. Hatun güzel mi?"

" ... "

Susup başını eğmekle yetinmiş olan halasına doğru dönmüştü Mahfiruz. Umduğu cevap olmasa da aradığı yanıtı almıştı o. Güzel... Elbet güzeldi hatun. Öyle ya koskoca Saray-ı Hümayun'du burası, cihan padişahının eviydi. Hal böyle iken çirkin bir çehre girebilir miydi bu kapıdan?

" Allah kahretsin... "

***

Birkaç ayın sonunda ilk kez yüz yüze gelmişti sultanlar. Araya giren illet ve isyanlardan sonra bu büyük valide tarafından torunu adına yapılan ilk ziyaret olmuştu.

" Hoş geldiniz sultanım. "

Kendisine pek samimi olmamak suretiyle gülümsemekte olan torununa doğru aynı hassasiyetle ilerlemişti, Safiye Sultan. Hakikat oydu ki özlem değildi bu. Yalnızca sahte bir hürmet gösterisiydi.

" Hoş bulduk hünkar torunumuz. Rabbime şükürler olsun ki seni her zamankinden daha sıhhatli ve dahi afiyette bulduk. "

" Eksik olmayın."

...

Oğlunun aksine suskundu Handan. Öyle ki içinden ne bir selam vermek ne de hal hatır sormak geçiyordu. Nitekim çok sonra gözlerini eski valideye dikip belli belirsizce bir selam durarak gücünün yegane destekçisi olan oğlu Ahmed'in yanına gitmiş ve elini oğlunun omzuna koymuştu.

" Arslan torunumuz müsaade buyurursan sana naçizane bir hediyede bulunmak isteriz. Ümidim odur ki gönlünü hoş eyleyecek, sana en nadide hünerleri o gösterecektir. "

Safiye Sultan'ın bu çetrefilli sözleriyle aklı bulanmıştı, Handan'ın. Ne demek istiyordu ki ? Ortada bir hediye söz konusuydu lakin...

" Ala büyük validem.  "

Padişahın müsaadesi üzerine kapılar açılmış ve içeriye kanatsız hurilerden biri girmişti. Bu kız ki Safiye Sultan ile saraya gelen o kızcağızdan başkası değildi. Uzun dalgalı sarı saçları, yeşilden bala çalan küçük gözleri ve filiz misali kıvrılan ince beliyle görenlerini efsunlayacak denli güzeldi.

" Gel Mahpeyker."

Bu adı ona Safiye Sultan vermişti. Doğrusu adıyla müsemma bir kızdı bu Mahpeyker. Hakikaten de ay yüzlü, ışıl ışıldı.

" Hünkarım... Sultanım...  "

Selama durmuştu kızcağız. Akabinde de bir adım kadar geriye çıkıp bir anlığına da olsa o efsunkar gözlerini Ahmed ile buluşturmuş ve yere dikmişti.

" Nereden çıktı şimdi bu ? "

Suskunluğunu bir kenara atıp nihayet ağzını açmıştı Handan. Öyle ki oğluna bizatihi kendi yetiştirmiş olduğu bir hatunu sunan Safiye Sultan'a karşı öfkeli ve bu kızın verebileceği zararlardan yana da endişeliydi.

" Kendisi bize Bosna Beylerbeyi'nin armağanıdır. Aslen Rum. İsmi de Anastasia'ydı. Lakin biz ona Mahpeyker dedik. Mahpeyker... Pek de yerinde oldu. "

Yaşlı Valide'nin sözleri üzerine alay edercesine gülümsemişti Handan Sultan. Demek ki, diye düşünmüştü. Demek ki vaktiyle gelini Mahpeyker'in canını aldığına pişman olmuş böylelikle de bu kıza bu ismi yakıştırmıştı.

" Kabulümdür. Mahpeyker gayrı haremde kalabilir. "

Ahmed'ti bu. Valideler kendi aralarında konuşurken o bu işveli Rum Kızı'ndan yana karar kılmış ve onu haremine dahil etmişti.

" Ahmed... "

" Siz alakadar olursunuz validem. Malum haremimim huzuru size bağlı.  "

...

Bu Mahpeyker mevzusu Allah şahit ya zinhar içine sinmemişti Handan'ın. Safiye Sultan ki ağzını açmış yemini bekleyen bir canavarken onun yetiştirdiği cariyeyi nasıl olur da biricik oğlunun koynuna sokardı o?

" Yılan... Yılan... Aklınca oğlumun döşeğine o yılanı sokacak. "

İçten içe söylenmekteydi valide. Öyle ki hissettiği tam manasıyla buydu ve üstelik de oğlunun kıza aklı kaydığının farkındaydı.

" Ah... "

...

***


ÇERKES SULTAN : MAHFİRUZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin