1616
" Demek, kaderim büyük halamla bir kılınmış."
Kederliydi Mahfiruz. Öyle ki rakibesi Mahpeyker Kösem azad edilmiş ve dahi 40.000 mihri bedelle Sultan Ahmed Han'ın nikahı altına girmişti.
Bu izdivaç haberini alır almaz aklına direkt maziyi getirmişti Çerkes Sultan. Büyük halasını... Mahidevran Sultan'ı... O nasıl ki vaktiyle Hürrem adlı köle elinden çektiyse, Mahfiruz da aynı şekilde Mahpeyker nezdinden çekmekteydi.
" Ahmed... Ah, Ahmed... Bunu bana nasıl yapabildin ? "
Faydasızdı. Olan olmuştu. Gayrı Kösem de Sultan'ın diğer kadınları gibi hürdü. Bu sebepten bile saygıyı hak ederdi. Üstelik bu nikah vesilesiyle de etrafına onlarca insan toplamıştı. Güçlüydü. Kaldı ki sözünü paşalara dahi dinletmekteydi. Ah, halbuki her ne vakit Mahfiruz ağzını açacak olsa Ahmed onu susturur, zinhar devlet işlerine karıştırtmazdı. ' Bu işler erkek işi, sen haremle alakadar ol.' derdi. Lakin ya Kösem... O niye, ne diye karışırdı peki bu işlere ?
...
***
" Gebesin abla. Bari bunun için de olsa ye. "
Önüne konan sofraya doğru bakmıştı, Mahfiruz Haseki. Akabinde de yüzünü kardeşi Şahincan Hatun'a doğru çevirmiş ve keyifsizce de söylenmişti.
" Yiyip içecek vakit midir sanki Şahincan ? Zaten kaç gündür davullar, tamburlar susmaz, tellaklarsa dört bir yanda Kösem'in adını haykırır durur. "
Kolay değildi elbet. Neticede uğruna gençliğini, güzelliğini, hayatını verdiği; onun selameti adına nice çocuklar dünyaya getirdiği erkeği onu el üstünde tutmak yerine hırçın bir cariyeyi herkese tabi etmeyi tercih etmiş, yetmezmiş gibi bir de onu nikahlısı eylemişti.
...
Susmuştu Şahincan. Zira ne dese ne söylese vaziyet değişmez, ablası da huzur bulmazdı. En iyisi konuyu değiştirmekti. Hiç değilse bu vesileyle odaya hakim olan kasvet dağılır, kalbe dolan hüzün de az da olsa son bulurdu.
" Az evvel has bahçede Osman'ı gördüm. Yine Sisli Kır'ın üstünde dört nala koşturuyordu. Onu öyle görünce aklıma bizim Kafkaslar geldi. Sahi abla senin gece renginde asi bir atın vardı değil mi ? "
O an yüzüne nur inmişcesine ışıldamıştı, Mahfiruz. Gül rengi dudakları yanlara doğru açılmış, gülümsemiş ve dahi oturduğu yerden doğrulurcasına bir sevince kapılmıştı.
" Vardı ya. Hatırlamaz olur muyum hiç ? Allah şahit onu bile özledim. O günleri... Ah... Bu saraya gelmekle hata mı ettik dersin, Şahincan ? Acep Kafkas dağlarında yaşa... "
" Elbet hata etmedik ! "
Şahincan'ın gür sesiyle yankılanmıştı her yer.
" Neden hata olsun abla ? Sen cihan alemine sultan, ben de Abaza Paşa'ya zevce oldum. Rabbim bize nice evlatlar da bahşetti. Şimdi ne diye nankörlük edelim bunca nimete ? "
Haklıydı Şahincan. Büsbütün de doğruyu söylemekteydi. Lakin işte Mahfiruz... Ne vakit o Rum Hatun'u düşünse hayıflanır, kendini işte böyle keşkelerle avutmaya çalışırdı.
Ancak başa gelen çekilirdi. Hem halası Mahidevran bu iktidar savaşını kaybetti diye o da aynı akıbete uğrayacak değildi. Aksine o, maziden güç alıp hırslanacak ve dahi bunca yıl ona bir rahat yüzü göstermeyen rakibesini de ezip geçecekti. İnanmalı ve yapmalıydı. Zaten yapacaktı da...
" Ah... "
...
***
Kızlar taşlığında küçük bir taht üzerinde yeşiller içinde oturmaktaydı Kösem Haseki. Başında zümrüdi bir taç, kaftanındaysa türlü renkten mücevherler sıralanmaktaydı.
Güzeldi. Çok güzeldi. Bakmalara doyulmayacak denliydi. Güz vakti olmasına karşın çiçeklenmiş, yeşermişti. Öyle ki kıyılan bu nikahla tarihe geçen sayılı hasekilerden sayılışı onu daha yaşarken cennete erdirmişti.
O ki bu kadim devlete boy boy evlatlar vermiş olandı. Ayşe'nin, Fatma'nın, Murad'ın, Atike ile Kasım'ın, İbrahim'in ve dahi Cemre'nin anasıydı. Çocuk yaşlarında yitirdiği Orhan'ın ve Selim'in de validesiydi. Zevcisi Sultan Ahmed'in ise en kıymetlisi, güzeller içindeki şahıydı.
" Hayırlı olsun sultanım. "
" Nikahınız hayırlara vesile olsun. "
" Allah sizi başımızdan eksik etmesin sultanım. "
" Allah sizi hep böyle güldürsün. "
...
Cariyelerin iyi dilekleri şüphesiz ki onu daha da mutlu ediyor, onu güçlendiriyordu. Öyle ya daha birkaç yıl evvel herkes ondan yüz çevirirken şimdi cümlesi ona tabi olmaya kalkıyor, elini eteğini öpmek için yaraşıyordu.
" Sağ olun. "
...
Onu buraya, bu günlere taşıyan güç Ahmed'ti. Ahmed'in aşkı... Bunu gayet de iyi biliyordu Rum Haseki. Çok iyi biliyordu. Şayet Ahmed ona gönülden bağlı olmasa, onu her defasında koruyup kollamasa savrulup gitmesi kaçınılmaz olur, kuşkusuz da bir kuru yaprağın akıbetinden farksız kalırdı.
...
O gün bu kutlu hadise adına başta saray olmak üzere payitahtın belli kesimlerinde kurbanlar kesilmiş, bin bir çeşit şerbet hazırlanmış, tepsi tepsi de şekerlemeler dağıtılmıştı.
Sanki Mahfiruz da, Fatma da unutulup gitmişti. Öyle ki herkesin dilinde bir gelin Kösem vardı. Kimseler ondan gayrısını düşünmüyor, ondan başkasını konuşmuyordu.
İşte insanoğlu buydu. Bir vakitler düğününde eğlendikleri Şahzaman'ı da unutmamışlardı sanki. Hal böyle iken Mahfiruz'u, Fatma'yı unutmuşlar, ne olacaktı ? Zira onlar için mühim olan menfaatlerdi. Menfaatleri onları neye, kime iterse oraya yönelirler, ona tabii olurlardı.
Lakin her şeyin de bir sonu vardı elbet. Devranın da bir hesabı, sultanların da alacakları intikamı vardı. O günler ise pek yakındı. Umulmayacak denli yakın...
...
* Yorumlarınızı bekliyorum. 🌷
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇERKES SULTAN : MAHFİRUZ
Historical Fiction1. Ahmed'in eşi ve evlatlarının annesi olan Hatice Mahfiruz Sultan'ın hayatını kurgulayarak siz kıymetli okurlarıma aktarmaya çalışacağım.