1612
O gün Osmanlı'nın sarayında büyük bir patırtıdır kopmuştu. Buna sebep Sultan Ahmed'in nikahlılarından Şahzaman Hayrunnisa'nın haremde düzenlenen bir eğlence sırasında hadsizlikleriyle bilinen Rum cariye Mahpeyker ile kavga etmesiydi.
Şahzaman bir Gürcü Prensesi'ydi. Hünkara da üç kız evlat vermiş lakin ne yazık ki bir kızını da yakın zamanda yitirmişti.
Mahpeyker ise Ahmed'in el üstünde tuttuğu, sözünün üstüne söz söyletmediği pek kıymetli bir cariyesiydi. Ayşe ve Fatma Sultanları dünyaya getirdiği gibi Şehzade Orhan ve Selim'in de anasıydı. Lakin gelin görün ki küçük oğlu Selim henüz birinci ayını doldurmadan, büyük oğlu Orhan ise geçen şu dört ay içinde vefat eylemişti. Şimdiyse yine gebeydi. Bu kez de beklediği bir oğlandı.
Velhasıl ikisi de kıymet nazarında değerliydiler. Fakat Şahzaman Haseki'nin herkesin içinde rakibesi Mahpeyker Haseki'ye bağırıp ona ' köle parçası ' şeklinde hakaret etmesiyle olanlar olmuştu.
Evvela ağlayıp sızlayarak hünkarının huzuruna varmıştı, Mahpeyker. Çok geçmeden de ağlamaktan kendini azad etmiş halde dönmüştü taşlığa. Dönmüştü dönmesine de Sultan Ahmed Han'ın ardınca dönmüştü.
Sultan Ahmed ise hayli çevik ve dahi hiç umulmayacak denli de öfkeliydi. Öyle ki saray koridorlarından bir deli poyraz misali hızla geçmiş ve taşlığa varır varmaz da kadınları arasında bir şilte üzerinde oturmakta olan hasekisi Şahzaman'ı tuttuğu gibi yerden yere çarpmış, onu cümle harem halkının içinde tokatlamıştı.
Bu hadise karşısında dehşete düşüp neredeyse küçük dilini yutacak olanlardan biri de haremin sahibesi olan Mahfiruz'du. Hep iyiliklerle, hoşluklarla gördüğü kocasının böylesi bir tavrına şahit olmak şüphesiz ki korkutmuştu onu. Neticede Ahmed sıradan bir aile babası değil koskoca Osmanlı'nın sultanıydı. Üstelik cümle Müslümanların halifesi, önderiydi. Hal böyleyken cariyesinin sözlerine uyup da nikahlısına böyle bir zulmü reva görmek... Ah...
Atılmıştı Mahfiruz. Hünkarına mani olmak istemiş adeta ona yalvarmıştı. Fakat Ahmed yumuşamıyordu. Aksine gittikçe öfkesi bir deniz misali kabarıyor, kabardıkça da daha da şiddetleniyordu. Öyle ki ona evlatlar vermiş olan karısını saraydan sürmekle kalmamış, ondan olma kızlarını da göndermişti.
Peki tüm bunlar kim için, ne içindi ?
...
***
Has bahçedeki kamelyaya geçip oturmadan evvel uzaklarda görünen dağlara doğru bakmıştı, Mahfiruz. Akabinde de bir an için Kafkasları getirmişti gözünün önüne. Doğduğu toprakları...
Ne de çok özlemişti oraları. Havasını teneffüs etmek, buz gibi gürül gürül akan soğuk sularından içmek, gece denli kapkara olan atına binip de dağların etekleri boyunca dört nala koşturmak... İşte bunları düşlemişti Mahfiruz Haseki.
" Şahzaman Hatun'a yazık oldu. Allah bilir, ne hayallerle varmıştır şu saraya da şimdi de böylesi kötü bir akıbete uğradı. "
Şebsafa Kalfa'nın bu sözleriyle hayal aleminden sıyrılıp hakiki dünyasına dönmüştü, Çerkes Haseki. Ardından da etrafı beyaz çiçekli sarmaşıklarla örülü kamelyaya geçip oturmuş ve kalfa kadını da yanına buyur etmişti.
" Gayrı aklım şaştı kalfa. Sen bir cihan padişahına zevce ol, ona evlatlar ver lakin bir cariye gelsin de seni yerinden yuvandan etsin. Bunlar olmayacak şeylerdi kalfam. Yapılmayacak şeylerdi. "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇERKES SULTAN : MAHFİRUZ
Ficción histórica1. Ahmed'in eşi ve evlatlarının annesi olan Hatice Mahfiruz Sultan'ın hayatını kurgulayarak siz kıymetli okurlarıma aktarmaya çalışacağım.