Selaaaaaaaammm
Başlamadan önce çok uzun bi bölüm oldu işiniz gücünüz varsa önce yapın öyle gelin
İyi okumalaaaaarrrr
----
"Chanyeol'le şarkının üç aydır listelerde birinci geldiğini duydum. Tebrik ederim." Jung Hocanın soğuk ses tonuyla beni tebrik ettiğini duyunca kulaklarıma inanamayarak ona döndüm. Neredeyse elimdeki kahveyi düşürmek üzereydim.
"Şarkımızı mı takip ediyorsunuz?" Diye sordum biraz heyecan biraz şaşkınlıkla.
"Duydum dedim, gördüm değil. Tüm okul arkandan konuşuyor. Kulağı olan herkes hakkında birkaç bir şey duyabilir." Ben ustaca azarladıktan sonra devam etti. "Keşke daha az popüler birini seçseydim."
Jung Hoca ile öğlen yemeğini yemekhanede yedikten sonra kampüsün aşağısında kalan kafeden birer kahve almış odamıza geri dönebilmek için cam kenarına oturmuş yağmurun dinmesini bekliyorduk. Bugünün yağmurlu olmasını beklemediğim gibi Jung Hocadan bu sözleri duymayı da beklemiyordum. Yüzümde bir gülümseme ile yüzüne bakmaya başladım. Bakışlarımdan rahatsız olup kaşlarını çattı.
"Sonunda başınıza kaldığımı değil de aslında beni sizin seçtiğinizi itiraf ettiniz." Jung Hoca ağzını açtığına pişman olmuş bir ifadeyle kahvesine baktı. Jung Hoca bana bunca zaman diğer hocalar beni seçmediği için başına kaldığımı söylemişti. Yoon Hocayla aylar önceki karşılaşmamız olmasa hala da öyle olduğunu sanmaya devam ederdim ben. Bu yüzden ağzından kaçan ufak lafla Jung Hocaya karşı bir koz elde ettiğimi düşündüm.
Yaşına rağmen oldukça zarif görüntüsü ile omuz silkti. Beyaz boğazlı kazağı ve sıkıca toplanmış topuzu ile bu yağmurda dışarı çıksa bile asla ıslanmaz gibi güçlü görünüyordu. Sanırım ben bu kadına cidden hayrandım.
"Ailen neredeyse bu okulun sahibi gibi. Seninle çalışmayı kim istemez ki? Eğer bunca zaman başıma kaldığını düşündüysen bu gerçekten de saf olduğun anlamına gelir." Sanırım ben gerçekten saftım. Yani Yoon Hoca olmasaydı benim için diğer hocalarla tartışma içine girdiğini asla bilemezdim.
"Ailem neredeyse bu okulun sahibi olduğu için ben özellikle beni istemeyeceğinizi düşünürdüm. Böyle şeyleri pek sevmezsiniz."
"Doğru. Ama seni onların eline bırakmak istemedim. Muhtemelen sana bir şey öğretmek yerine korkularına seni yağlamayı tercih ederlerdi. Parlak bir öğrenciydin, profesörlerin peşinde cemiyet toplantılarına katılman yerine bir şeyler öğren istedim."
"Yani toplantılarda şampanyamı içip kanepelerimi yemek yerine yanınızda canımın çıkmasını size borçluyum." Ben şaka yapmıştım ama yüzünde tabii ki herhangi bir ifade yoktu. "Bana kimse sormamıştı ama mülakattayken sorsalardı ben de sizi seçerdim." Onunla çalışmamda hiçbir sorun olmadığını belirtmek istercesine göz teması kurmaya çalıştım.
"Park Chanyeol'ün korkulu rüyası olmama rağmen mi?" Chanyeol'den bahsederken yüzünden geçen ufak gülümsemeyi hemen fark ettim. Çabuk toparlamıştı ama yine de yakalayabilmiştim o anı. Bu sanırım gerçekten de Park Chanyeol etkisiydi. En soğuk insanın bile içini sıcacık yapabilirdi.
"Chanyeol'ün sizi pek hoş anmadığı kesindi ama ben o zamanlar sizin haklı olduğunuzu düşünürdüm."
Başını sallayıp kahvesini yudumladı. Bugün konuşkanlığı üstündeydi. "35 yıldır bu işin içindeyim. Artık bir öğrenciyi gördüğümde geleceğini de bir o kadar gözlerinde görebiliyorum. Potansiyelini, neler yapabileceğini, eksik yönlerini... Genelde öğrencileri pek hatırlamam. Ama Chanyeol'ü hala hatırlıyorum çünkü gördüğüm en parlak geleceklerden birine sahipti." Keşke Chanyeol bunları duyabilseydi.