Oldukça hoşuma giden bir bölüm oldu ve nihayet insanı yormayacak uzunlukta...
Tatlış okumalar dilerim
------
Küçükken okuduğum bir kitapta en güzel günlerin en kötü günlerin ardından geldiği yazıyordu. Bu satırları okurken yaşadığı olaylardan dolayı odasından bile çıkamayan bir çocuktum. O haldeyken istediğim tek şey bu kelimelerin gerçek olmasıydı. Bundan daha kötü günlerim olamazdı ve inanıyordum ki gelecekte en güzel günler beni bekliyordu. Çünkü hiç kimse bana yaşadığım bu olayların beni hayatımın sonuna kadar takip edeceğini, yakama yapışacağını söylememişti. Bir mucize olacaktı ve her şeyi geride bırakacaktım her şeyi. Ne büyük bir yalana inanmışım ama. Yaşadığım hiçbir şey geride kalmamış, bir travma olarak benimle beraber gelmişti.
Belki geçmiş gün olduğu için belki de bu kez olanlar benim değil de sevdiğim adamın başına geldiği için canım şu an geçmişte acıdığından daha çok acıyordu. Chanyeol'ü göremesem de acı çektiğini, üzüldüğünü biliyor, bunu bilmek bana daha önce hiçbir şeyin vermediği kadar acı veriyordu.
Benim en güzel günlerim ne zaman gelecekti?
Henüz en kötü günlerimi yaşamamış olabilir miydim peki? Bundan daha kötü ne olabilirdi ki?
Güzel günlerin gelmesini bıraktım, gözlerimi açtığım her gün diğerinden daha kötü bir günmüş gibi geliyordu. Güneş sırf benim çaresizliğimle dalga geçmek için doğuyor, yıldızlar ise yalnızlığımı görebilmek için ışıl ışıl parlıyordu şu günlerde.
İnsanlar olanlara alışır ve Chanyeol'ün hakkında konuşmayı bırakır diye umdukça her geçen gün sanki daha fazla konuşmak istiyorlardı. Şirket son çıkan videodaki kişinin Chanyeol olduğunu bile onaylamamıştı. Ama herkes önüne atılan yemden gayet memnun şekilde psikolojik makaleler bile yazmaya soyunmuştu Chanyeol ve sözde şiddet eğilimi hakkında.
Dört gün olmuştu ve dört gün boyunca magazin sakinleşmemişti. Dört gün olmuştu bir grup ruh hastası Chanyeol şirketten atılsın diye protesto başlatalı. Yine dört gün olmuştu onunla ayrılalı. Dört yıl olmuştu evimden çıkıp gideli. Ve ben dört gündür yaşadığımı hissetmiyordum.
Sanki dört yıl geçmiş gibi onu özlüyordum. Aynaya baktıkça kendimi yansımamı değil onun son halini görüyordum. İyi olacaktı değil mi? İyi olmak zorundaydı.
Bir şeyler yapmak zorunda hissediyordum kendimi. Bir şeyler yapmak zorundaydım. Yapabileceğim mutlaka bir şeyler olmalıydı. Gerekirse bütün kanallara çıkardım sesimi duyurabilmek için. Beni bu hayatta kimse korumamış, kimse savunmamıştı. Sadece Chanyeol'dü bunu yapan. Hayatımda gördüğüm en iyi insandı ve bu iyiliği yüzünden tüm bunlar başına gelmişti.
Yeşil ışık yandığında yumruklarımı sıkarak yola odaklandım. Evden bir hışım çıkıp arabaya atladığımda nereye gidiyor olduğuma dair bir fikrim yoktu. İçimdeki öfke, pişmanlık, nefret, üzüntü bana yol gösteriyor gibiydi. Yolun sonunun aradığım yer olup olmadığını bile bilmiyordum. Aradığım kişiyi aynı yerinde bulup bulamayacağımı da. Ama içime bir ateş düşmüş gibiydi. Beni kızıştıran ve harekete geçiren bir ateş. Bir şeyler yapmak zorunda olmanın verdiği o tüketici his. Sonucunun ne olacağını bile bilmeden sadece harekete geçmek istemiştim. Kaybedebileceğim hiçbir şey yoktu.
Doğduğum günden beri, kaybedebileceğim hiç ama hiçbir şeyim yoktu, olmamıştı. O gün okul binasında otomatın önünde karşılaştığım o güzel çocuk dışında. Onu da çoktan kaybetmiştim zaten.