Çetin gözüne değen minik hareketle ağır aksak doğrulmaya çalıştı yerinde. İki hafta geçmişti Yıldırım'la yüzleşmelerinin ardından. Dökmüştü aklındaki her şeyi bir bir ama kendinin bile kabullenmediği o gerçeği dillendirememişti. Sahi neden o kısacık zamanda Gülcihan'ı öldürmemişti ki? Daha doğrusu öldürememişti!
Yıldırım'dan mı korkmuştu?
Belki de Afran Soykamer'den çekinmişti.
Peki böyle duygular yer edinseydi yüreğinde en başından zarar verir miydi Gülcihan'a? Hayır doğrusu böyle korkuları olduğuna inanmıyordu karmaşık aklında. Kızıl melekten hoşlanıyordu ama aşk gibi değildi bu duygu. Daha çok onun duruşu, inadı ve... Ve her şeye rağmen umut dolu oluşundan hoşlanıyordu. Aşk ona göre değildi hiçbir zaman, olmayacaktı da.
Kaldı ki Gülcihan gibi bir belaya bulaşmak demek Yıldırım'ın içinde bulunduğu o kör ve karanlık kuyuya düşünmeksizin atlamak demekse istemiyordu. İstediği deliksiz, sonsuz bir uykuya dalmaktı ama içinde ki o lanetli ses babasının intikamını alması gerektiğini çığlık çığlığa haykırıyordu. Kardeşinden değilse bile en azından Afran denen o kansızdan almalıydı babasının kanını.
"Ağabeyi gördünüz mü? Nasıl heyecanlıydı."
"Görmem mi! Aslan ağabeyim, mutlulukla kahkaha atıyor sabahtan beri. Ulan Yıldırım ağabeyi tanıdığımdan beri ilk defa onu böyle tasasız, böyle mutlu görüyorum!"
"Davut ağabeyde erkek babası gibi kasım kasım kasılıyordu ahahahahahah!!!"
Çetin adamların sözleri ile istemsizce hayal etti Yıldırım'ın kahkahalarını. Doğrusu yapamadı bir türlü çünkü onu öfkeden kudurmuş, düşünceli veya alaycı bir tebessümün eşliği dışında duygularını belli ederken hiç görmemişti ki kahkahalarını hayal edebilsin.
Korumalar bu gün nerdeyse yarıya inmişti depoda, zira hepsi düğün yerini korumaya almıştı Çetin'in kulak misafiri olduğuna göre. Aslında kaçabilmesi için bulunmaz bir fırsattı doğruya doğru ama kaçmak için bile isteği yoktu. Karanlık köşelerde fark ettiği o küçük hareketlilik bir kez daha dikkatini çektiğinde umarsızca ardını döndü her şeye. Uzandığı beton zemin kemiklerini sızlatsa da bundan mazoşistçe bir zevk alıyordu. Kolunu başının altına yerleştirip tavanı saran demirleri saymaya devam etti. Artık ezbere bilmenin dışında sekizinci demirin üzerindeki pas lekelerini, on birdeki demir parmaklığın üzerinde kaç göçük olduğunu, kilidin takılı olduğu o kısa demirin üzerindeki ne lekesi olduğunu çözemediği karaltıyı dahi yazmıştı aklına.
Birkaç dakika geçmemişti ki silah sesleri duydu. Kalkmadı yerinden, umurunda değildi artık kim ölmüş kim kalmış. Hayatının amacı tükenmiş, bir gayesi kalmamış gibiydi. Afran Soykamer'e veya sevgili kızına ulaşması imkânsızdı ama belki oğullarına ulaşabilirdi. Ya da küçük torunu... yok amacı sadece yıllardır izlediği o kızıldı. Yani bu gün kardeşinin karısı olacak küçük kör kız. Yıldırım'a ise... Garip bir şekilde onu hâlâ sevdiğini fark etti.
Ne kadar zaman geçtiğini bilmeyen adam parmaklıklardaki kilidin kırıldığını duyduğunda dahi açmadı gözlerini ilk silah sesi ile kapadığı gözlerini. Çıplak ayağına gelen fiskeyle ağırca açıldı gözkapakları. Kaşlarını kaldırarak şaşkınca baktı karşısında duran adama.
"Damadın kardeşi olarak bence o düğünde seninde olman gerek."
Uzun zayıf parmaklarını kirli saçlarının arasından geçirdi ayağa kalkarken. İsteksiz bakışları sürgülü, büyük demir hangar kapısına döndü. Az önce neşe ile gülen adamların ikisi şimdi kanlar içinde yatıyorlardı. "Yıldırım, adamlarını öldürdüğün için seni öldürecek" derken hala umursamazdı sesi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gülcihan (BİTTİ)
RomanceKimi yaktığından habersiz âmâ bir ateş. Gözleri ile değil yüreği ile görür aşkı. Her seste bir yıldırım çığlığı bekler "Gülcihan" diyen. Kime yandığından habersiz bir yürek, Yıldırım. Her soluğuna hapsettiği isim yasak olsa da diline, usulca ama çığ...