Yıkılış...

1.6K 167 27
                                    


Yıldırım o kadar güçsüzdü ki önündeki kahveye uzanırken ciğeri sanki bir kez daha söküldü yerinden. Öksürük sesi çalışma odasındaki inlemelerine karışırken dudaklarından ince bir kan sızdı. Tahrandan geldiği günden beri hâlâ tam manasıyla toparlanabilmiş değildi. Yaralarına rağmen ayaklanması tam bir delilik olsa da iş sıcakken alacaklarını almazsa eğer, başkaları çökebilirdi istediği kıymetli ganimetlerine. Eli göğsünün ortasındaki yaraya giderken acıdan gözleri doldu.

Aynı anda kapı tıklatıldı. Bir dakika kadar bekletti kapıdakileri, böyle güçsüz görünmek istemiyordu. Sığ nefeslerle dinlendirdi ciğerlerini ve "Gel!" dedi, sesinin içindeki yorgunluğu saklamaya çalışarak. İçeri giren iki kadını süzdü, Sibel'e sessizce çıkmasını işaret etti. Gülcihan'la yalnız kaldığında uzun ince bedenini baştan aşağı süzdü. Düz kızıl saçları capcanlı, çok güzeldi. Bluzundan açıkta kalan teni ışıl ışıldı, neyse ki gözlerinde o aptal gözlük yoktu. Büyülü kor salkımları sürekli bir arayış içindeymiş gibi hareketli ve dolu doluydu yine. Ayaklandı, ağlamaktan gözleri şişmiş kadına sarıldı sımsıkı. Beline dolanan ince kolların sevgisini yüreğinde hissetmişti. "Ağlama güzelim, iyiyim ben."

"Neden? Bir kerecik yanına gelmek istedim. Neden almadın beni yanına Yıldırım? Günlerdir ölüyorum ben!"

"Şştt tamam. Beni o şekilde görmeni istemedim kızıl melek, bak şimdi çok iyiyim. Hadi artık ağlama." Genç adam kollarındaki kadını masanın önündeki ikili koltuğa oturttu. Göğsüne sokulduğunda acıyla dişlerini sıktı ama uzaklaşmak istemediğini bildiği kızılı acısına aldırmadan daha da çekti göğsüne.

"Ne oldu? Nasıl vuruldun?"

"Ne olduysa oldu boş ver." Adamın sesinde ki güç etrafını sarıp sarmalarken güvende hissetti kendini bir kez daha Gülcihan. Dua ediyordu, adam gerçekleri öğrendiğinde de böyle sımsıkı sarılsın, bırakmasın hiç. Onun kollarında olduktan sonra özgürlüğünü istemiyordu. Burnundan içeri çok güzel bir koku ciğerine ulaştı. Sakinlik gibi, huzur gibi, sanki bir yanı da vahşi bir ormandaki doğan güneş gibiydi bu adam. Bir süre sustu ikisi de.

Genç adam toparlanmaya çalışıyordu, kadın ise... ne geçiyor aklından hiçbir fikri yoktu Yıldırım'ın. "Gülcihan sana bir şeyler sormam gerek. İbrahim o günden beri ortalarda yok. Bize pusu kuruldu, adam da yaralandı ama sonrasında ortadan yok oldu adeta. Nerede olduğuyla ilgili bir şeyler biliyor musun?"

"Bilmiyorum. O adama güvenme dedim sana. İbrahim'in babasıyla derdi başkaydı Yıldırım, size anlattığı şeyler yalandı. Bizi zorla evlendirdiği için değildi onun öfkesi."

"Neydi peki sorunları?"

"Bilmiyorum, vallahi bilmiyorum." Duraksayan kadının bir şeyler anlatacağını anlayan adam bekliyordu sessizce. Ve galiba öğreneceği şeyler hiç hoşuna gitmeyecek gibiydi. "Gülcihan ne var söyle bana?"

"Be...beni sana." sözlerini bitiremeden ağlama krizine giren kadınla kaşları çatıldı genç adamın. Diliyordu ki karşısında bir ihanet olmasın. "Seninle ilk birlikte olduğumuzda, bilerek getirdi beni sana. Yem gibi." Genç adam bunu tahmin ediyordu zaten, özellikle o soysuz itin ta kendisi Gülcihan'ı teklif ettiğinde emin olmuştu ama kadının bundan haberi olduğunu düşünmemişti. Onun bu oyuna bilmeden alet olduğunu sanıyordu. "Sen de bilerek girdin koynuma öyle mi? Kendini bana ne karşılığında sattın?" Öfkesi usul usul alazlanırken lanet etti ihanete. Hayatında tek masum gördüğü kadın niye masum değildi? Ne olurdu Gülcihan'ın oynan bu oyundan haberi olmasaydı.

Gülcihan irkildi adamın sesinin birden bire değişen tonuyla.

"Yıldırım!" dedi konuşmak için lakin adamın katılaşan bir sesle "Ne karşılığında sattın kendini Gülcihan?! Allah kahretsin lan!" demesiyle sindi yerinde. Ne para istemişti Gülcihan, ne de adamın kazancından bir pay. Sadece özgürlük istemişti. Kimsenin onu dövmediği, hor görmediği, incitmediği bir dünyanın hayaliydi onu cezbeden. 

Gülcihan (BİTTİ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin