19.Bölüm
*********
"Yalan! Yemin ederim hepsi yalandı!" Gözlerini sımsıkı kapadı genç adam. Sol yanı cayır cayır yanıyordu şimdi. Ona söylediği o sön söz beynini bir matkap gibi deliyor, acısını öfkesine bulaştırıyordu. Fırtına bulutu gözleri açıldığında karşısındaki adam anlamıştı kızının, karısının ve kendisinin bu fabrika mezarı olacaktı.
"Seninle iş birliği yapmadı mı yani?"
"Sadece seninle birlikte olması için zorladım onu."
"Niye lan?! Niye geldi, teslim oldu bana? Ne vaat ettin ona." İbrahim Nasurlu küçük bir çocuk gibi ağlıyordu artık. Bedeninden akan kan zerre umurunda değildi ama çocuğu ve sevdiği tek kadın ölmek üzereydi. "Böyle bir şeye boyun eğecek biri değildi Gülcihan! Onu bıktırmak için dövdüm, işkence ettim. Tek kurtuluşunun seninle yatmasından geçtiğini söyledim. Yalvarırım yardım et onlara Yıldırım! Çek vur beni razıyım ama ölmelerine izin verme!"
"Sonraki söylenenler peki? Hepsi mi yalandı? Ulan telefonunda mesajlar vardı, sana gönderilmiş mesajlar. Gözlerimle gördüm."
"Gülcihan göndermemiş o mesajları. Kaldı ki Gülcihan yazılı mesaj gönderemezdi zaten!" Siktir, bu neden aklına o zaman gelmemişti ki?! "Bile bile kızı önüme yem diye attın öyle mi? Ya onu sana olan öfkem yüzünden öldürseydim ha?"
"Ahhhhhhh İbrahiiim ah...!" kadının çığlığı boş alanda büyük bir gürültüyle yayıldı. İbrahim'in yalvarmaları da ona eş olarak adama ulaştı. "Yalvarırım Yıldırım, ona yardım et! Ölecekler!"
"Umurum da mı sanıyorsun yaşamaları." Adamına döndü gözleri, kollarından bağlı İbrahim'in karnına sert bir yumruk indirdi. Yüzü darmadağın olan adamın yüzünde sağlam kemik kalsın istemiyordu vahşi yanı. Gözleri kayan adamın kanlı saçlarından tutup gözlerine baktı. "Ölmek yok İbrahim, ölmek kurtuluş sana! Hem daha imzalanacak kâğıtlar var."
"Tamam ne dersen tamam Yıldırım, yeter ki kurtar onları." İbrahim Nasurlu'nun son kalan gücünü hisseden adam gülümserken acımasızca, kadının acı çığlıkları ilişti kulaklarına. Fabrikada ki hengame doğum yapan kadının inlemeleri ile bölünürken yalvarıyordu çaresizce tıpkı kocası gibi. Yıldırım kıvranan kadının yanına yürüdü tembel adımlarla. Sarı saçları daha şimdiden terle ıslanmış, yüzüne yapışmıştı yer yer. Kolundan tutup ayağa kaldırdı sancıyla dudaklarını ısıran kadını. Ayakta duramadığını anladı, yeniden çökeceği vakit Yıldırım'ın tutuşu sertleşti. Acaba annesi de ölmeden önce böyle acı çekmiş miydi?
Genç adamın zihnine hayali görüntüler gelirken arkasında bağlarından kurtulmak için çırpınan adamın bağırışlarını duymuyordu. Başını daha da aşağı eğdi ve yerdeki su ile karışıp gittikçe büyüyen kana baktı. "Çok canı yanıyor gibi, kadınlar garip doğrusu."
"Bırak onu! Allah kahretsin öldüreceksin ikisini de!"
"Amacım da bu zaten." Adamlara çevirdi yine bakışlarını dışarı çıkmalarını emrederek. Onu izleyen adamları da rahatsız olmuşlardı ağabeylerinin bu duruşundan. Masum bir kadının ve bebeğinin ölümünü izlemek onlara da zor geliyordu. Dışarı çıkan adamlardan biri Davut'u aradı ve durumu anlattı. O bile şaşkındı ağabeyinin yaptıklarından. "Az kaldı on, on beş dakikaya oradayım, ağabeyi rahatsız etmeyin."
"Davut ağabey çabuk ol gözünü seveyim, yoksa Yıldırım ağabey gerçekten kadının da bebeğinde ölmesine izin verecek gibi." İçeriden gelen her çığlık sesiyle hepsi birbirlerinin gözlerine bakıyordu. Daha önce böyle bir sahneyle karşı karşıya kalmamışlardı çünkü. Onların tanıdığı Cansız Yıldırım insanlara değer vermezdi sevdikleri dışında doğru ama günahsız bir bebeği de göre göre öldürmezdi. En azından bu güne kadar buna inanmışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gülcihan (BİTTİ)
RomanceKimi yaktığından habersiz âmâ bir ateş. Gözleri ile değil yüreği ile görür aşkı. Her seste bir yıldırım çığlığı bekler "Gülcihan" diyen. Kime yandığından habersiz bir yürek, Yıldırım. Her soluğuna hapsettiği isim yasak olsa da diline, usulca ama çığ...