Ruhun Sahyası kitabı düzenlenmiş hali ve yeni kapağıyla sizlerle. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar
𝄞Sous le Ciel de Paris 𝄞
*Kalbin celladı dil, celladın ilmiğiyse dilin acımasız sözleridir.*
Müzik sesi...
Sahte gülüşmeler...
Göz kamaştırıcı bir o kadar da iç karartıcı bir mekân...
Ve ışıklar...
Evet evet ışıklar.
Her yerdeler...
Sanki kararmış ruhlarımızı hissetmişler ve aydınlatmak için kendilerini feda etmiş gibiydiler.
Buradaki tüm günahkarların zihinlerini cehennem çukurundan çıkarmak istercesine yanıyorlardı.
Yanlışları haykırmak için ateşe atlıyorlardı.
Umudu hatırlatmak için aydınlatıyorlardı.
Çünkü her aydınlığa ulaştığında umut var demekti.
Her karanlıktan kurtulup aydınlığa erdiğinde kurtuluş var demekti.
Gözünü açtığında doğan güneşi görebiliyorsan işte o zaman bir şansın daha var demekti
Sonra birden ışıklar söndü.
Tüm sesler sustu.
Müziğin sesi kısıldı, ritmi yavaşladı.
Ardından yeri inleten adım sesleri kulağı buldu.
Ensemde bir ürperti peyda oldu.
İşte bu tam olarak bende bıraktığı izdi.
Omurgamdan aşağı bir soğukluk indi.
Aramızda metreler olsa bile soğukluğu tüm vücudumu ele geçirebiliyordu.
Aradan dakikalar geçti...
Karanlığı aydınlığa çeviren parmağını şaklatması oldu.
Sonra her şey eski halini aldı.
Kısılan müzik tekrar can buldu.
Tek fark kalabalığın ürpertici sessizliği oldu.
Yavaşça mikrofona yaklaştı.
"İyi eğlenceler." dedi.Çıkmasıyla inmesi bir olduğu sahneyi ardında bırakıp ona özel hazırlanan masasına geçti ve ona sunulan içkisini yudumlamaya başladı. Kendisiyle birlikte getirdiği insanı bir bıçak gibi kesen huzursuzluk herkesin üzerinde peyda olunca öfkemin alevlendiğini hissettim.
Etraftaki insanları umursamadan herkesi ardımda bırakarak ona yöneldim. Belki de buna hakkım yoktu ama kanun kimin umurundaydı. Burada kanunu ben yazardım. Attığım her adımda üzerimde hissettiğim soğukluk katbekat arttı. İçimdeki kanın öfkeyle harmanlanmasının yarattığı sıcaklık ve fiziksel olarak hissettiğim soğukluk çirkin bir tezat oluştururken yaptığım tek şey gözüme kestirdiğim hedefime doğru adımlamak oldu. Yapacağım şeyi anlayan Buğra beni durdurmak için hareketlendi fakat babam kolundan yakalayıp bana izin verdi. Her şeyden çok güvendiği kızı onun yüzünü asla kara çıkarmazdı. Çıkarmazdım değil mi?
Yaklaştığımı anladığında hafifçe yönünü bana çevirdi. Sanki hamlemi bekliyor, yanlış bir şey yapsam hemen üzerime atılacak gibi duruyordu. Sakin ama tetikte. Kristal camdan yapılmış masanın hemen yanında duran bar taburesini çekip üzerine oturdum.
"Arlas Bey hoş geldiniz. Partiyi nasıl buldunuz, beğendiniz mi?" diye sordum sahte bir saygıyla. Başıyla onayladı. Partilerden hoşlanmadığını duymuştum. Fakat bu kimin umurundaydı ki?
"Kralımıza laik olmaya çalışıyoruz. Sizin düşünceleriniz bizim için büyük önem taşıyor. Sonuçta önceden aynı halkın insanıydık." diye devam ettim usulca. Daha sonra sıradaki hamleme hazırlık olarak birkaç dakika elimi çenemin altına koyup düşünüyormuş gibi yaptım. "Tabi çok sevgili babacığınız bize soykırım... Ah! Pardon düzeltiyorum "zorunlu göçe" mahkûm etmeden önceydi bunlar. Unutmuşum kusuruma bakmayın." diyerek bombayı patlattım. Başını hafifçe eğip bir gülümseme bahşetti o tüm gülüşlere taş çıkaran haliyle. Gülümsemesi huzurdan çok uyarı veriyordu sanki. Keskin bakışlarıyla etrafı süzdü. Ve tekrar bana döndü. Bu defa beni süzdü soğuk bakışlarıyla ardından gülüşü daha da büyüdü.
Büyüdü ve koca bir karadeliğe dönüştü.
"İsminizi çok duydum Elya Hanım. Bahsettikleri kadar güzel bir kadınsınız. Güçlü bir duruşa da sahipsiniz. Fakat sizi anlatırken bir ayrıntıyı kaçırmışlar. Öfkeniz zekanızın önüne geçiyor. Ve bu çok hata yapmanıza sebebiyet verir. Dikkat etmenizi öneririm." Tehlikeli sularda yüzüyordum ve bunun oldukça farkındaydım. Fakat söylediğinin aksine bastırılmış öfkem korkumun önüne geçiyordu. Zekamın değil.
Kadehini kaldırıp bana doğru uzatırken, "Şerefinize Elya Hanım." dedi sıkıcı bir sakinlikle.
Tek kaşımı kaldırıp sahte ama başarılı gülüşümü sundum. Ukala herif. Yine sinirimi tepeme çıkarmıştı. Çaktırmadım. "Şerefinize Arlas Bey." Derken aynı hareketi tekrarlayarak kadehlerimizi havada buluşturdum.
O sırada belimde hafif bir dokunuş hissettim. Babam sıkıldığımı anlamış olacak ki yanımda belirmişti. Düşünceli oluşuna hayrandım. Aslına bakarsanız ben ona her anlamda hayrandım.
"Arlas Bey." deyip başıyla küçük bir selam verdi, Arlas da babama gülümseyerek elini uzattı.
"Sizinle daha önce tanışamamıştık değil mi Erkan Bey?" Evet tanışmadınız tatlım(!) diye geçirdim içimden. Ve bu bizim hayatımızda hiçbir eksiklik yaratmadı. "Sanırım öyle ama babanızı çok yakından tanırdım umarım siz de babanız gibi değilsinizdir. Öyleyse çekeceğimiz var." dedi iğneleme yaparak. Babamın hedefi tam on ikiden vuruşunun verdiği hazla duruşumu dikleştirdim. Yaptıklarının bedelini bir özürle halledebileceklerine inançları varsa işte orada çok yanılıyorlardı. Çünkü herkes seçimlerinin bedelini öderdi.
"Öncelikle bu konuda üzgün olduğumu belirteyim. Aslına bakarsanız bunu toplantıda konuşmayı düşünüyordum ama madem yeri geldi söyleyeyim. Buraya geliş amacım da bu yöndeydi. Zamanında babamın yaptığı hatayı telafi etmek istiyorum." Buraya geliş amacı gerçekten merak konusuydu. Fakat gösterdiği gerekçe nedense beni hiç tatmin etmemişti. "Söylediğim gibi bunu yarın ayrıntılı şekilde konuşalım. Eğlencemizi işle bölmeyelim." diye ekledi bilmişçe, zaten kimse bu konuyu konuşmaya hevesli değildi. Ama hissediyordum. Bütün dengeler altüst olacaktı. İçgüdülerim beni asla yanıltmazdı fakat bu değişimin ne yönde olacağını bilemiyordum. İyi mi kötü mü? İşte o kısım meçhuldü. Ben düşünceler denizimde boğulurken babam yardım eli uzatırcasına bana seslendi.
"Tatlım Buğra seninle dans etmek istiyordu. Onu kırmak istemezsin değil mi?" diye sordu. Tam onaylayacaktım ki Arlas'ın araya girmesiyle susmak zorunda kaldım. "Aslında eğer Buğra Bey için sorun arz etmezse ben bu şerefe nail olmayı çok isterim çünkü burada bana eşlik edebilecek daha güzel bir kadına rastlayamadım. Elya Hanım bu dansı bana lütfeder misiniz?" diye sorunca kalakaldım. Arlas'ın beklemediğim teklifi üzerine babama "ne yapmam gerekiyor?" anlamında bakış atınca başını sallamakla yetindi. Buğra'ya kaçamak bir bakış atıp başka çarem yok imasıyla omuz silktim. Olgunca başını salladı fakat şu an içinden küfür yağdırdığına yemin edebilir ama kanıtlayamazdım. Buğra'nın ardından gözlerimi bu defa Arlas'a kilitledim. Bakışlarla insan öldürülebilir olsa Arlas tam şu anda mezarı boylamıştı.
"Aslına bakarsanız Arlas Bey ismim Vavelya. Vavelya Efsunkar. Ama elbette size eşlik ederim. Buğra sorun etmeyecektir." Nezaketen elini uzatıp önümde reverans yaptı. Aynı şekilde karşılık verip uzanan elini tuttum. Elbisemin eteklerini tutarak Arlas'ın arkasından ilerlerlerken bu elbiseyi giydiğim ana lanetler yağdırıyordum. Elbisem Orta çağ zamanından fırlamış hissiyatı veriyordu. Gece mavisi elbise belime kadar yılan gibi sarıyor alt kısmıysa şelale gibi aşağı süzülüyordu. Göğüs kısmında başlayan pırlanta işlemeleri eteğin kuyruk kısmına kadar uzanıyordu. Üzerimde elbisemle aynı renk bir pelerin vardı. O da altın yaldızlarla süslüydü ve ellerime de yine aynı renk eldivenler takılmıştı. Dudağımdaki koyu kırmızı rujum kusursuz makyajımı daha da kusursuz yapıyordu. Tamam kabul. Elbise çok zarif ve şık gözükebilirdi. Ama bu işimi hiç de kolaylaştırmıyordu. Eteği tutmadığım sürece paspas gibi yerde sürünüyor ve ayağıma dolanıp yere düşürüyordu. Böyle kaldırıp yürümekse zarif bir hanımefendinin klasına uymuyordu. Arlas zorlandığımı anlamış olacak ki hızını yavaşlattı. Yaklaşık iki dakika ama bana iki asır gibi geçen zamanın ardından- sonunda- sahneye ulaşmayı başarmıştık. Tüm yüzler bize dönmüş ne yapacağımıza odaklanmışken insanların bakışlarını umursamadan eli narince sırtımı kavradı. Benim de bir elim onun omzunda yer ederken diğer ellerimiz birbirine kavuştu. Bedenlerimiz ritme uygun sallanmaya başladığı sırada hala herkes Gliese'yı uzaylılar basmış gibi şaşkın şaşkın izliyordu. Bir bakıma haklılardı çünkü dans etmemiz aynı zamanda birbirimize ölümcül bakışlar atmamız komik bir ironiydi.
"Madem adınız Vavelya. O halde isminizin manasını bana bahşeder misiniz?" diye soru ortaya attı. Beklemediğim yerden soru gelince sözlüye kalkmış ilkokul çocuğu gibi yüzüne baktım. Halim komiğine gitmiş olacak ki gülümsedi fakat bu defa daha sıcaktı gülüşü. İnsanın içini ısıtan türden. Daha fazla kendimi rezil etmemek için hafifçe öksürerek boğazımı temizledim.
"Vaveyla çığlık, feryat demek. Elya ise yıldız, güzel kız demektir. Annem Vaveyla koymak istemiş babam da Elya en son böyle bir çözüm bulmuşlar ismim bu iki kelimenin karışımı. Yani ben aslında iki kişi barındırırım içimde Arlas Bey. Karşımdaki insana göre ismimi alırım. Bana zararı yoksa Elya olurum fakat canımı yakıp damarıma basarsa Vaveyla olur etrafı yakar geçerim. Kimse de kurtulamaz o yangından.- derin bir nefes aldım-Yani anlayacağınız ismimi karşımdaki belirler. Kaderini mi demeliydim." Açık tehdidim onu memnun etmiş olmalı ki gülümsedi. Karşısında kolay lokma olmadığımı belli etmek beni de gülümsetmişti. Müzik eşliğinde raks eden adımlarımız bu gecenin bir şeylerin başlangıcı olduğunu haykırırcasına iz bırakıyordu tabanda. Arlas'ın bedenlerimi ayırmasıyla dönmem gerektiğini kavradım. Etrafımda iki tur döndükten sonra Arlas beni kendine öyle çekti ki bir an dengemi yitireceğimi sandım fakat belimi sıkıca kavrayarak olağan bir kazayı engellemiş oldu. Dehşetle açılan gözlerim hedefine ulaşınca alev saçan iki gözle karşılaştı
"Emin ol Vavelya birbirimizin yansımasıyız. Çünkü ben de canımı yakanın canını alma taraftarıyım. Bu babam olsa bile geçerli." dedi acımasızca. O an gözlerinde gördüğüm ateşin bir an beni de yakmasından korktum. Bu istemsizce yutkunmama sebep oldu. Daha sonra aklıma yerleşen düşünce tam olarak beni dehşete düşürdü. Dudaklarım istemsizce hareketlendi ağzımdan çıkan sözlerse sadece fısıltıdan ibaretti.
"Yoksa babanı sen mi öldürdün?" ölümü andıran gözlerini tekrar üzerime dikti. Kaç diyordu içimden bir ses.
Kaç!
Burayı terk et çünkü canın yanacak.
Nereye kadar diyerek susturdum sesi. Nereye kadar kaçacaktım? Zaten buraya da kaçıp gelmemiş miydim?
Öleceksin diyordu. Öldürecekler!
Ölümden kaçılmaz diye cevapladım bu defa. Yine susmadı. Susturamazdım. Çünkü biliyordum bu benim sonum olacaktı.
Gülümsedi yine. Bembeyaz dişlerini göstererek gülümsedi hem de.
'Karadelikte bir ışık' diye mırıldandım istemsizce. Güldü iç sesim. Karadelikte ışık mı olurmuş? Belli etmeden çekiverir seni içine. Karanlığına mahkûm eder seni. Bir tarafım hak verdi bu söylediğine bir tarafımsa reddetti. Çünkü iyi tarafım kabullenmek istemedi. Gerçekten...Gerçekten bu kadar kötü olabilir miydi?
"Belki." dedi yüz ifademi alaya alarak sonra devam etti. "Belki de değil." Şu an iki seçenek vardı:
Ya beni korkutup 'ayağını denk al' uyarısı veriyordu.
Ya da gerçekten babasını bile yeri geldiğinde görmeyen kana susamış bir katildi.
İkinci seçeneğin olmamasını dileyip tekrar yüzüne baktım. Taviz vermeyecektim. "Buraya neden sürgün edildiğimizi biliyor musunuz Arlas Bey?" diyerek tuzak sorumu yönelttim. Başıyla onayladı. "Biliyorum. Sizin sürgün edildiğiniz gün babama bunun yanlış bir karar olduğunu dile getirdim fakat beni dinlemedi. O zamanlar daha söz hakkına sahip değildim. Sizi tehlike olarak görmelerini anlayamıyorum." Düşüncelerini dile getirdiğinde başımı salladım. Tabi onaylamazdı Hah. Kim denek olduğu bir deneyin sonucunun soykırım olmasını onaylayabilirdi ki?
Ama sıra bendeydi. Az önceki atışmamızın rövanşını almak için hareketlendim. Dehşete düşme sırası ona gelmişti.
"Peki ya o dört deneğin kim olduğunu biliyor musunuz?" Gözleri şüpheyle kısıldı ve olumsuz anlamda başını salladı. Birkaç dakika sonra jeton düşmüş olmalı ki gözleri dehşetle aralandı.
"Yoksa...Yoksa sen de o deneklerden biri miydin?" Söylediğine gülmek istedim ama tebessümden ötesine gidemedim. Ve ona atıfta bulunarak yalancı bir tatlılıkla, "Belki" dedim. Yutkundu. "Belki de değil." Ardından intikamın verdiği zevkle önünde reverans yapıp babamın yanına döndüm. Bir süre üzerindeki şaşkınlığı atamadı fakat daha sonra kendini toparlayıp yeniden yanımıza döndü. Aslında amacım sadece onu korkutmaktı. Ben o deneklerden biri değildim. Fakat çok yakınımda denek olan birini tanıyordum.
"Elya tatlım dans ederken harika görünüyordun." Gülümsedim. Bu babamla aramızdaki küçük bir şifreydi. Elya dediğinde sakin kalmamı istediği anlamına gelirdi. Vavelya dediğindeyse -işte bu en sevdiğim kısımdı-istediğimi yapabileceğim anlamına geliyordu. Yani durumumuz ortamına göre muameleydi.
"Teşekkür ederim baba. Benim biraz hava almaya ihtiyacım var. İzninizle."
"Tabi canım. Keyfine bak. Bir şey olursa haber ver." dedi anlayışla. Tamam der gibi kafamı salladım. Ve kendimi mekândan uzaklaştırmak için çıkış kapısına doğru yöneldim. Zar zor kendimi dışarıya attığımda hala partiye katılmaya devam eden davetlilere aldırmadan ormanın uçsuz bucaksız görünen kısmına yüzümü çevirdim. Kapalı ortamları sevmezdim oldum olası. Bu babamdan geçen bir şeydi. Ne kadar gökyüzünü görürsen o kadar özgürsün derdi hep. Rüzgârı hissettiğin kadar da yaşarsın...
İçime derin nefesler çekip bir miktar huzur ararken omzumun üzerinde hissettiğim bir dokunuşla irkildim. "Efendim. Korkuttuysam özür dilerim." Yanımda mahcup şekilde bakan valeye sorun olmadığını söyleyip rahatladım. Neden bu kadar korktuğumu anlayamamıştım. Acaba Arlas beni çok mu etkilemişti?
"Bu zarf size gelmiş efendim?" dedi adam. Zarf mı? Biri bana neden zarf gönderirdi ki? "Kimden bu zarf?" diye sordum hemen, "Tanımıyorum efendim daha önce hiç görmedim. Kim olduğunu sorduğumda, "İsmimi boş ver ben karanlıkta kaybolanlardanım. Efsunkâr'ınsa görünmez müttefikiyim" dedi." Adamın yüzüne anlamaz şekilde bakıp elindeki zarfa uzandım. Yine başıma bela alacağımı hissediyordum ama umursamadım. Zaten başım ne zaman beladan kurtulmuştu ki? Dikkatlice açmaya başladım siyah zarfı. İçimden bir ses bunu gönderenin bu zarftan bile karanlık olduğunu söylüyordu. Efsunkâr'ın müttefikiyim de ne demekti? Benim müttefikim olmazdı. Hele ki güvendiğim hiç olmazdı. Bu düşünceye gülümsedim istemsizce. Güven kelimesi hala benim sözlüğümde yer ediyor muydu ki?
Sonunda açmayı başarabildiğim zarfı bir kenara fırlattım ve gözlerim içinden çıkan notun üzerinde gezindi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhun Sahyası
FantasyBir varmış bir yokmuş diye başladı hikayesi, Ruhu yaralı küçük çocuğun elini, kalbi kırık bir kız çocuğunun tutmasıyla yeniden yazılmaya devam etti. İkisinin de ruhu kırıktı ama onları da yalnızca ikisi anlayabilirdi. Kız parlak bir yıldız, Çocuk b...