*Kazanmaya herkes var. Peki sen benimle kaybetmeye de var mısın? *
"Haber ajansıyla görüştüm, yarım saat sonra canlı yayın yapacağız görüntülü konuşma şeklinde olacak. Ne söyleyeceğini belirledin mi?" söylediğinin üzerine başımı salladım. Hazırdım. Ben gerçeklerle yüzleşmeye daima hazırdım.
"Akşam seninle yemekte aslında sana bir konu hakkında danışmak istemiştim." dediğinde, Arlas'ın çalışma odasındaki belgelere göz gezdirmeyi bırakıp kitaplığa yaslanarak beni izleyen bir çift göze kuşkulu bakışlarımı diktim.
"Neymiş bana danışmak istediğin konu?" cevap almayı beklerken sorumu es geçip, masanın üzerindeki dağılmış belgeleri toparladı. Kısa bir süre onun dosyalarla boğuşmasını izledikten sonra hepsini kitaplığa yerleştirdi ve ağır çekimde tekrar bana döndü. Bugün ona bakarken bir ayrıntı gözümden kaçmamıştı. Beni daha fazla incelediğini fark etmiştim. Ama nedenini anlayamıyordum.
"Taşların... Taşların izini sürelim." sonunda ağzındaki baklayı çıkardığında kaşlarım yer çekiminin etkisinde aşağı doğru yol almıştı. Neden böyle bir karar vermişti? Bu onun açısından fazla riskliydi.
"Senin aklından ne geçiyor tam olarak, bana açık konuşsana." daha fazla dayanamayıp soluğu yanımda aldığında oturmam için masanın kenarındaki sandalyeyi çekti. Üzerine oturduğumda Arlas yeni sandalye getirmek yerine masanın üzerine tünemeyi tercih edince aklıma izim ilk belirdiği zaman Arlas'la yaşadıklarımız geldi. O zamanki aramızdaki bağla şimdikini karşılaştırınca gerçekten kilometreleri aşmış gibiydik. İnsanlar arası mesafe metreyle ölçülmezdi. Arlarında ülkeler bulunan iki aşık çok yakın, arasında santimler bulunan iki düşman çok uzak olabilirdi. Biriyle yakın olmanın aradaki mesafeyle değil bağla alakası vardı. Ve biz kilometreler kat etmiştik.
"Savaş beklediğimden erken başlayacak. Kayra diğer ülkeleri kışkırtmaya başladı bile. Güçlüyüm Vavelya, ama tüm Gliese'ya karşı koyacak kadar değil. Fakat baban güçlerine kavuşursa o zaman bizi bu durumdan kurtarabilir. Yoksa yok olacağız." Söylediğinin üzerine düşünmedim bile. Buraya geliş amacım da bu değil miydi? Hem bir taşla iki kuş olacaktı. Hem Arlas'a ihanet etmeyecektim hem de babam hakkını alacaktı.
"Ben varım."
Ben vardım. Gerekirse ölecektim ama yine de vardım.
"Çalışmalara başlayalım öyleyse." Başımla onayladım. Daha sonra masanın başından kalkıp odanın kitaplığının olduğu duvara doğru yöneldi. Ne yapacağını pür dikkat izlerken kitaplığı hızla kenara ittirdi ve boş duvarı gözler önüne serdi. Duvara sert sayılacak şekilde iki defa vurduğunda duvarda bir kabartı belirdi. Oturduğum sandalyeden hızla kalkıp yanına ulaştığımda Arlas çoktan elini o kabartıya uzatmış ve şifreli kasayı ortaya çıkarmıştı. Kasayı duvardan tamamen çıkarıp numarayı tuşladı. Yeşil ışık yanıp kapak açılınca dikkatlice içinden bir kâğıt çıkardı ve elime uzattı.
İşte buradaydı.
İki aydır peşinde koştuğum, ele geçirmek için her şeyi göze aldığım ipucunu bana kendi elleriyle teslim etmişti.
"Bunu daha önce çözmeyi denemedim. Babam bunun içinde saklı olduğunu söyledi tek bildiğim bu. İncele istersen." Kâğıda hızla göz gezdirirken üzerinde yazılı formülleri görmemle yüzüm düştü. Bu neyin formülüydü şimdi?
"Bunlar neyin formülü?" başımı kaldırıp Arlas'a seslenmemle Arlas da elindeki duvara geri koymaya çalıştığı kasayı bırakıp bana döndü.
"Sen ne kadar biliyorsan ben de o kadarını biliyorum artık Vavelya. Ne bir eksik ne de bir fazla." Dedi ciddiyetle ardından yarım bıraktığı işi tamamlamak için kasaya geri döndü. Alt alta yazılmış beş tane formül vardı kâğıtta. Kâğıdın kenarları yıpranmış ama yazıda herhangi bir etkisi olmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhun Sahyası
FantasyBir varmış bir yokmuş diye başladı hikayesi, Ruhu yaralı küçük çocuğun elini, kalbi kırık bir kız çocuğunun tutmasıyla yeniden yazılmaya devam etti. İkisinin de ruhu kırıktı ama onları da yalnızca ikisi anlayabilirdi. Kız parlak bir yıldız, Çocuk b...