"Barın?"
Gördüğüm manzaranın gerçek olmamasını dileyerek gözlerimi kapadığımda sadece kendimi kandırdığımın farkındaydım. İşte şimdi her şey bitmişti. Musa Eroğlu'nun yolun sonu görünüyor dediği yerdeydik tam şu anda.
"Vavelya?" dedi sahte bir şaşkınlıkla. Onun rahat tavrının aksine bedenimin yay gibi gerilmesine sebep olan gerginliğin, damarlarımda akan kanda gezindiğini hissediyordum. Gözlerini kısıp ikimizin üzerinde gezdirdiğinde derin bir nefes aldım. Gözlerini benden ayırdığında bu defa Arlas'a dönüp, "Arlas Karayel'e bak sen. Bir tablo için hayatını yakmaya değdi mi?" dedi. Sonra o ürpertici gözlerini tekrar bana döndürüp fısıldadı.
"Seni zeki bir kadın sanmıştım Vavelya. Sırtını kolay kolay birisine yaslamasın sanmıştım. Ama beni yanılttın. Bir adam için göz göre göre kendini yakman tamamen aptallık." Kısık bir kahkaha attığında oturduğum yerden ayağa kalktım. Sözleri içimdeki sinirin ateşini harlarken gücümü parmak uçlarımda topladım. Elim yavaşça, bir sıkımda kırılacak boynuna uzanırken Arlas'ın gözleri üzerimizden ayrılmıyordu.
Saldırmamı istemiyordu. Ama karşı da çıkamıyordu.
Boğazına uzandığım elim gömleğinin üzerindeki kravata giderken sakin bir o kadar da acelesiz davranıyordum. Elim kravatın düğümüne ulaştığında durdum. "Vaveyla ne demek biliyor musunuz Barın Bey?" diye sordum, hissettiğim gerginliği sesime yansıtmaktan kaçınarak. Cevabının bir önemi yoktu bu yüzden devam ettim. "Çığlık demek. Ve siz benim damarıma öyle bir basıyorsunuz ki ne yazık ki sizi o çığlıkta boğmak zorunda kalacağım." Kravatının düğümünü hızla yukarıya asıldığımda elleri ellerimin üzerine kapandı. Birkaç saniye sonra etime geçirdiği tırnaklarından bunun son çırpınışları olduğunu anladım. Arlas da bunun farkına varınca soluğu yanımda aldı.
"Onu öldüreceksin Vavelya ve emin ol bunu yapmak istemezsin." Beni durdurmak için yalvarırcasına seslendiğinde elime sanki kor değmiş gibi kendimi geri çektim ama öfkem daha bedenimi terk etmemişti. Barın nefessiz kaldığından dizleri üzerine çöküp kesik kesik nefesler alırken bile pişkince gülüp beni delirtmeye devam etti.
"Çok sevdiğin arkadaşın Yiğit elimdeyken bana bunları yapman onu geri kazanman için şansını azaltıyor bil." Dedi. Bileğimden güçsüzce tutan Arlas'ı kenara itekleyerek tekrar ellerini boğazına yasladığımda daha bedenimi terk etmemiş öfkenin yanında korku da bedenimde vuku buldu.
Eğer Yiğit'e bir şey olursa yönetici falan dinlemezdim. Onu kendi ellerimle gebertirdim."Yiğit'e zarar vermen demek ölüm fermanını kendi ellerinle imzalamak demek sen de bunu bil." Gözlerim öfkeyle parlarken yine nefesini kestim. Ama güzelliğimle değil, bu defa ellerimle kestim.
"Gözü kara bir kadın olduğunuzu duymuştum ama ilk defa şahit oluyorum fakat dikkat edin de cesaretiniz sizi canınızdan etmesin." Onun canı iki parmağımın arasında oyuncak olurken hala beni tehdit ettiğini sanması içimde gülme isteği uyandırıyordu. Gerçekten acınası bir haldeydi.
"Yiğit nerede?" Kanım beni Yiğit'le tehdit eden bu pisliği öldürmek için kaynarken gülümsedim.
Bu öylesine bir gülümseme değildi. Kaç diyordu yoksa sonun olacağım. Ama yine anlamadı.
"Yiğit'e dokunmadım Vavelya sakin olmalısın, dördüncü katta adamlarımın elinde ve tek bir emrimi bekliyorlar." Bana farkında olmadan istediğimi verince gözlerimi kapadım ve ateşi avuçlarımda hissettim. Onu tek bir hamlemle öldürecek ve Yiğit'i kurtaracaktım. Bana şantaj yaparken kendi kuyusunu kazmıştı."Vavelya yapma!" Ne yaptığımı anlayan Arlas'ın bağırışı üzerimde herhangi bir etki kuramamıştı. Taviz vermedim ve istediğimi elde edene kadar daha da ileri gittim. Gözümü araladığımda avucumda parlayan ateşin aynısının gözlerimde de yer ettiğine emindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhun Sahyası
FantasyBir varmış bir yokmuş diye başladı hikayesi, Ruhu yaralı küçük çocuğun elini, kalbi kırık bir kız çocuğunun tutmasıyla yeniden yazılmaya devam etti. İkisinin de ruhu kırıktı ama onları da yalnızca ikisi anlayabilirdi. Kız parlak bir yıldız, Çocuk b...