31.Bölüm: Aralanan Sır Perdesi

2 1 0
                                    

Ölüm acısının evreleri vardı.

Dört evresi.

İlki reddediş... Kendinize tutunacak bir dal bulamadığınız için çaresizlikle ölümü reddettiğiniz, nefes almadığına şahitlik etseniz bile gerçeği yalanladığınız ve bir gün geleceği hayaline inandığınız kısacası kendinizi yalanlarla avuttuğunuz evre.

İkincisi kriz anı. Her şeyinizi yitirdiğinizi hissettiğiniz, ölmeyi dilediğiniz, varlığınıza bir mana yükleyemediğiniz ve en çok canınızı yakan o kriz anı...

Üçüncü evresi, boşluk. Ölümün ardından geçen birkaç gün sonunda geçilen evre. Baktığınız her şeyin sizde hiçbir anlam ifade etmediği, her şeye bu neden var ki? Ya da ben neden varım? Dediğiniz o lanet evre...

Ve sonuncu,

Gittiğini sizi böylece bıraktığını ve geri gelemeyeceğini kabul ettiğiniz, yolunuza bakmanız gerektiğini kavradığınız belki de ölümün en acı evresi...

Kabulleniş...

Kabul etmiştim babam gitmişti ve geri gelmeyecekti, intikamsa asla babamı geri getirmeyecek hatta benim içimdeki yangına bir yağmur damlası bile olamayacaktı. Zaten benim bu yangınımın bir yangın tüpü yoktu ki sönsün. Artık ölene dek böyle yaşamaya mahkumdum. 

Ölümün en acı yanı terk edilmişlik hissi vermesiydi. İnsanlar yalnızca diyardan giderek seni terk etmezlerdi gerçi insanlar senden giderek de seni terk edebilirlerdi. Ve benim babam kalbimin içinde bakiydi. Yine de yine kendimi bir hayale kaptırmışım ve biri beni dürtmüş de uyanmışım gibi hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum.

"Hayal bile olsa yine de seninle geçirdiğim on sekiz senelik hayatım çok güzeldi baba... her ne kadar sana daha veda edemeden gitmişte olsan senin adına çok mutluyum çünkü artık acı çekmeyeceksin." Diye fısıldadım. 

Yeşil ışığın yanmasıyla burnumu çekip akan iki damla gözyaşımı yok ettim ve yoluma devam ettim. 

Artık yoluma devam edecektim ve bu yolda gözyaşlarına daha fazla yer yoktu. Güçsüzlük olduğu için değil, daha fazla canımı yakmalarına izin vermeyeceğim içindi. 

Evin önüne geldikten sonra Range Rover arabamı girişe gelişi güzel bırakıp arabadan indim ve anahtarı kapının önünde emir bekleyen Alpay'a attım. Ani tavrım karşısında bozuntuya vermeyip anahtarı havada yakaladı ve arabayı park etme işini devraldı. 

Beyaz kapının önünde cebimdeki anahtarı çıkarıp kapıya yerleştirdim ve kulpunu asılıp kapıyı açtım. İçeri girdiğimde Arlas'ın pencereye dönük yüzü bana döndü. Beni gördüğünde yüzünde soluk bir tebessüm peyda oldu. Yavaş adımlarla yanıma geldiğinde iç geçirip üzerimi süzdü ve iç cebinden kolyemi çıkartıp uzattı. Kolyeye hızla uzanıp boynuma taktığımda rahatlamıştım.
"Malikanede söylediklerin..." dedi ardından duraksadı. Yumruğunu sıkmaya başlamıştı ve çenesi sinirden kasılıyordu. Sinirlendiğinde böyle oluyordu benim gibi tırnaklarını avcuna geçiriyor ve çenesini kasıyordu. Çenesini kasmasıyla köprücük kemiği daha belirgin hale geliyordu ve ağlamasa da sinirden gözleri doluyordu. 

Her hareketini ezbere biliyordum. 

"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" diye tamamladı yarım kalan sözlerini. O kadar zorlukla konuşuyordu ki yediremediği açıkça belliydi. 

"Bilmiyorum." Dedim samimiyetle. Gerçekten bilmiyordum. Daha önce hiç böyle bir şey düşünmemiştim fakat o an birden sözler ağzımdan çıkıvermişti. Ve doğruluğunu yenice tartıyordum kafamın içinde. 

Ruhun SahyasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin