28.Bölüm: Acının Çağrısı

4 1 0
                                    

Vavelya'nın acı çığlıkları tüm şehri derinden sarsarken Elya köşeye kısıp hıçkırıklara boğulmuştu. İçime damla damla sızan nefretle birlikte Vavelya'nın ayağa kalktığını hissettim.

Eline bıçağı aldığını ve Elya'yı orada öldürdüğünü...

Ben iki kişiydim.

Aslında ben hiç biriydim.

Beynimin içinde işlediğim cinayetin suçlusunu bulamazken gözlerimi sımsıkı yumdum.

Daha Elya'nın yasını tutamadan Vavelya'nın çığlıkları vücudumda yeniden can buldu. İkisinin tek ortak noktası vardı o da şuydu;

İkisinin de canı çok yanıyordu.

Gözlerimi yeniden araladım. Yaşadıklarım gördüklerim hepsi bir kâbus değil acı bir gerçekti. Bunun farkına varmamla irkildim. Canım acıyordu,

Ve bunun sebebi olan herkes de can bırakmayacaktım.

İçimde bir yanardağ patlamış ve tüm lavları etrafa saçılmıştı. Önce o ateşle hepsini yakacak ardından küllerini yanardağın yarattığı çukurun içinden aşağı bırakacaktım. 

Başımı kaldırdım ve kendi mezarlarını kazışlarını izledim. Bundan ötesi yoktu. Söylenecek söz yoktu. Çünkü hepsi söyleseler de kar etmeyeceğinin farkındalardı.

Uyuyan devi uyandırmışlardı ve o dev her adımında etrafı yerle bir etmek için can atıyordu.
Uyuyordum. Sürekli. Babamın gidişinin üzerinden iki koca hafta geçmişti. Ve ben hala bıraktığı yerdeydim. Onun gidişinden sonra saatler ilerlemeyi kalbimse atmayı bıraktı. Tüm ülke yasa boğuldu. 

Uyumadığımda da boş boş etrafa bakıyordum. Çünkü yıllarca anlam verdiğim şeyler o kadar manasız geliyordu ki gözüme artık bakmaya bile değer değillerdi. 

"Vavelya. Güzelim, hadi şu çorbadan bir kaşık iç bak benim hatırım için ha? Olmaz mı?"
Ve iki haftadır herhangi bir yaşam belirtisi vermem için çırpınan Arlas Karayel, onunla da konuşmuyordum. Aslında kimseyle konuşmuyordum ama en büyük kırgınlığım onaydı. Yapmadım demiştim ben. İnanmamıştı ve her şeyin fitili ateşleyen şey de bu olmuştu.
Biliyordum, böyle olmasa yine de Kayra babamın karşısına çıkar ve yine o tetiğe basardı ama affedemiyordum işte dedim ya çok kırgındım. 

Söylediği şeye tepki vermeye bile tenezzül etmeyip yatağın yorganını üzerime kadar çektim. Kimseyle konuşmak istemiyordum, yemek yemek de istemiyordum. Ben mümkünse yaşamak da istemiyordum.

Kapı iki kez çalındıktan sonra Arlas benimle uğraşmayı bırakıp odanın kapısını açtı. Kimin girdiğine bakmadım ama biliyordum.

"Ben yalnız konuşayım bırak da onunla." Dediğinde yeniden kapının kapanma sesi duyuldu böylece Arlas'ın onayladığını da anlamış oldum. Yatağımın başında ağırlık hissetmemle yoranı üzerimden biraz indirip Buğra'nın iki günde çöken yüzünü inceledim. Benimle aynı tonda olan saçları yüzünün üzerine düşmüş tabiri caizse yüzünün feri sönmüştü. Ama ağlamamıştı. Ben tüm yıl için stokladığım gözyaşını dökerken o gıkını bile çıkarmamıştı.

Her zaman yaptığım gibi saçlarını karıştırdığımda tepki vermeden bana bakmaya devam etti. "Ne zamana kadar yas tutacaksın?" dedi yorgunlukla omuz silkip arkamı döndüm. Beni bir tek o anlıyordu onu da yanlış anlıyordu.

"Sonsuza kadar." Deyip yeniden yorganı üzerime çektiğimde bu defa hışımla yataktan kalkıp üzerimdeki yorganı sertçe asıldı ve yataktan aşağı attı.
"Canının yandığını biliyorum abla. Ama senin başına geçmen gereken bir ülke var bilmem bunun farkında mısın? Toparlanmak zorundasın. Babamızın intikamını almak zorundasın." Dedi acımasızca. Söyledikleriyle boğazıma yumru otururken, "Yoruldum." Diye fısıldadım.
O kadar çok yorulmuştum ki. Kırk yıl uyusam dinmezdi bu yorgunluğum. "Biliyorum abla." Diye bu defa sakince konuştuğunda başımı çekip omzuna yasladı. Omzunda hıçkırarak ağlamaya başladığımda bir yandan saçlarımı okşadı bir yandan da sıkıca sarılmaya devam etti.
Her dağıldığımızda bizi o toparlardı, hep yaşından daha olgun davranırdı ya bugün de öyleydi. Bana güç veren tek bir şey kaldıysa o da Buğra'nın dik duruşuydu. 

Ruhun SahyasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin