*Her elementin farklı gerçekliği vardı... Ve her elementin ayrı ruhu...*
Bir yıldız parladığında ışığı yeryüzüne iki yıl sonra ulaşırmış. Yani sizin gece gökyüzünde parladığına inandığınız yıldız belki de çoktan patlamış ve yok olmuş olabilirmiş. Yok olmuş bir yıldızın sizi aydınlatması ve size hala görsel bir şölen sunması çok fedakârca değil mi? Bu yüzden kendimi hep yıldızlara benzetirdim. Benim ışığım çoktan söndü ama herkese gülüşümü sunmaya devam ediyorum. Canım acısa bile bunu inkâr edip maskemi takınıyorum. Kimine göre iki yüzlülük bu kimine göreyse takınıyorum. Kimine göreyse sadece kanaması durmuş ama acısı dinmeyen ve izi silinmeyen bir yara...
"Ne değiştirdi fikrini Vavelya? Sen değil miydin yine gelelim de bizi ülkeden sürün diyen? Neden şimdi gitmek için beni ikna eder oldun?" babamın ani tepki vereceğini tahmin edip gardımı ona göre almıştım. Haklı sayılırdı dışarıdan dengesiz davrandığımın bende farkındaydım fakat aklımdan bir şeyler geçiyordu. Ellerini kahvemsi saçlarının arasına daldırdığında alnındaki damarların belirginleşmesinden sinirlendiğini anlıyordum. Yanına gidip onun aksine sakin bir ses tonuyla,
"Sana bir fikrim var diyorum baba. Neden anlamak istemiyorsun oraya aranızda en çok gitmek istemeyen benim. Ben de ülkenin durumunu düşünüyorum lütfen fikrime saygı duy." Dedim. Bitmek bilmeyen lanet bir gün geçiriyordum ve fazlasıyla yorgundum. Neden şu koskoca Gliese'da beni anlayabilen tek bir varlık yoktu bilmiyordum.
"Senin fikrine her zaman saygı duydum kızım fakat bu sadece senin verebileceğin bir karar değil. Ülke söz konusu." dedi biraz daha sakinleşmiş bir ses tonuyla. Başımı onaylamazca salladım.
"Sen ülkeyi falan düşünmüyorsun orada annemle karşılaşmaktan korkuyorsun ve duygusal davranıyorsun. Taşlar onların elinde ve sen bunu bile yok sayacak kadar korkuyorsun." diyerek döktüm içimdeki zehri. Yavaşça oturduğu yerden kalktı ve alev saçan bakışlarını üzerime dikti. Üzerine yüklendiğimin hatta şımarık kız çocuğu imajı çizdiğimin farkındaydım fakat damarına basmadığım sürece onaylamayacaktı sözlerimi.
"Ben korkak falan değilim Vavelya. Bana korkaklıktan bahsedecek son kişi bile değilsin. Arlas'ı affetmekten onu haklı görmekten korkup canavarlaşan, sürekli ona saldıran kişi ben değildim, hatırlatırım." Tekrar yerine oturduğunda kanımın öfkeyle kaynadığını hissettim. Annemin onu terk edişiyle matem tutup hayata küsen sanki o değilmiş gibi yaptıklarımı eleştiriyordu. Acı gerçeği yüzüme vurması sinirimi bozsa da haklıydı. Arlas'ı affetmekten deli gibi korkuyordum fakat bu onun annemden korktuğu gerçeğini değiştirmiyordu. Ben ne kadar Arlas'ı affetmekten korkuyorsam o da annemi affetmekten korkuyordu.
"Ne güzel ikimizin de ortak noktası var değil mi baba? Ben Arlas'ı affetmekten sense anneme geri dönmekten korkuyorsun. Ama şu gerçeği sakın unutma baba. Gerçekleri inkâr ederek onları yok edemezsin. Şimdi bana dediğin gibi "ülkenin geleceğini" göze alarak duygusal olmayan bir karar ver. Haklı olduğumu göreceksin." sözlerimi ok gibi hedefime ulaştırıp ortamın gerginliğinden sesini çıkaramayan Buğra'ya elimle gelmesini işaret ettim. Kuzu gibi peşimden gelmeye başlayınca sinirimi ona göstermemek için dişlerimi sıktım. Onun için bu yaşında yaşadıkları çok fazlaydı ve hiç hak etmiyordu. Düşününce bunların hiçbirini hiçbirimizin hak etmediği kanaatine vardım. Hiç kimse bunu hak etmiyordu.
Odama girince kapıyı sertçe çarpıp kendimi yatağa attım. "Abla biraz fevri karar vermiyor musun?" Buğra korkarak konuşurken donuk gözlerle tavanla bakışmaya devam ettim. "Aklımda bir şeyler var Buğra bana güvenmiyor musun?" diye sordum sorusuna karşın. Başıyla olumsuz manada yanıtladı sorumu. Bana her koşulda güveneceğini ve sırtını babamdan sonra tek bana yaslayacağını bildiğimden sormuştum bu soruyu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhun Sahyası
FantasyBir varmış bir yokmuş diye başladı hikayesi, Ruhu yaralı küçük çocuğun elini, kalbi kırık bir kız çocuğunun tutmasıyla yeniden yazılmaya devam etti. İkisinin de ruhu kırıktı ama onları da yalnızca ikisi anlayabilirdi. Kız parlak bir yıldız, Çocuk b...