"Her günahın bir kefareti vardı. Peki ya sebepler, mecburiyetler bu terazinin hangi kefesindeydi?"
İnsanlar sigara misaliydi, ikiye ayrılıyorlardı.
Etrafa zehir saçarken yanmayı göze alanlar.
Ve yanarken etrafa zehir saçanlar.
İki farklı bakış açısına rağmen aynı sonuçları doğurmaları acımasızlık kelimesinin tanımıydı. Kötülük uğruna kendini tüketmeyi göze alacak kadar sıyırmış biriyle, yanarken etrafa zehir saçan biri nasıl aynı kefeye konulabilirdi ki?
İşte ben de sigara gibiydim. İkinci bakış açısındaki gibi... İçine çekeni yakıyordum ama aynı zaman da ben de yanıyordum.
Biri beni ateşlemediği sürece kimseye bir zararım yoktu. Bana zarar veren birine zarar vermemle alenen zarar veren biri nasıl benimle aynı muameleyi görebilirdi ki?
Biri beni yakarsa ben de onu zehirlerdim ama içinde doğuştan bir kötülük olanlarla kıyaslanması bana reva mıydı?
Sabah alarm sesiyle uyandığımda kapanması için uzandım ama lanet ses beynimi delip geçercesine çalmaya devam etti. Uzun uğraşlarım nihayetinde kapatabildiğimde artık tamamen sıyrılmıştım uykumdan bu yüzden sinirle üzerimdeki pikeyi ayaklarımın ucuna kadar itekleyip doğruldum.
Tamam bugün Arlas'la birlikte şirkete gitmek için ben ısrar etmiştim ama bu o uyuz saatin uykumu bölmesine sinirlenmemem için yeterli bir sebep değildi. Banyoya girdikten sonra yüzümü düzgünce yıkayıp dişlerimi fırçaladım ve yine poşetlerden çıkan makyaj eşyalarıyla biraz yüzüme renk verdim çünkü şu bir hafta resmen üzerimden geçmişti buna ihtiyacım vardı. Dudaklarıma iddialı bir renk olarak kahve ruj sürdükten sonra gözüme eyeliner ve maskaramı uyguladım. Fondötenimi de yüzüme iyice yedirdikten sonra en önemli madde olan kapatıcıyı da gözaltlarıma tampon hareketlerle sürdüm.
İşimi bitirip çıkabildiğimde üzerimdeki gecelikten sıyrılıp saçlarıma hafif su dalgası yapıp tepeden topladım ve üzerime krem bir kazak giyip taba rengi bir kumaş pantolon giydim. Boynumdaki çınar kolyemi gözler önüne serdikten sonra üzerime pantolonumla aynı renk blazer ceketimi de giyip kulaklarıma uzun altın renkli küpelerimi taktım, kokusuna bayıldığım parfümümün de üzerime boca edip odadan çıktım.
Takım elbisenin sadece erkeklere yakıştığını iddia edenler:
Erken konuşmayın çünkü beni daha görmediniz.
"Günaydın erkencisin seni şirkete götürmem diye erken mi kalktın?" Arlas mutfaktan bana seslendiğinde yanına gidip sofraya koyduğu zeytinlerden birini ağzıma attım ve hazırladığı tostların başında beklerken yanağına küçük bir öpücük bırakıp söylediğini onayladım.
"Uyuyayım diye beni burada bırakma kapasitesine sahip olduğunu ikimiz de biliyoruz." Dediğimde gözlerini kısıp kısık bir kahkaha attı. "Olur mu sevgilim? Bugün Erinç'i çağıracağımı biliyorsun seni nasıl bırakayım?" dedi gülümseyerek. Bense tek bir şeye odakladım. Sevgilim?
Ben bu olaya alışamayacak gibiydi ya neyse."Doğru Erinç gelecek. Baridian'la merkez arası kaç saat?" diye sorduğum sırada Arlas tostları tabaklarımıza yerleştirip sandalyemi nazikçe çekti oturmam için ben de sandalyeme kurulup tostumun tadına baktım ve tadı enfesti.
Oğlumuz hamaratmış da.
"Üç buçuk civarı zaten altıdaydı uçuşu varmak üzeredir." Kısa hesabından sonra ikimizde yemeğimize koyulduk ve etrafı sadece çatal bıçak seslerimiz doldurdu bir süre. Sonra Arlas beni yemek masasında bırakıp hazırlanmak için yukarı çıktığında bulaşıkları halletmemem gerektiğini söylese de hepsini makineye yerleştirip salona geçtim. Birinin benim yediğim şeyleri toplamasına gerek yoktu elim ayağım tuttuğu sürece bunu yapabilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhun Sahyası
FantasyBir varmış bir yokmuş diye başladı hikayesi, Ruhu yaralı küçük çocuğun elini, kalbi kırık bir kız çocuğunun tutmasıyla yeniden yazılmaya devam etti. İkisinin de ruhu kırıktı ama onları da yalnızca ikisi anlayabilirdi. Kız parlak bir yıldız, Çocuk b...