"Her zaaf bir gün vurulmak içindir. Ve zaafların en büyüğü; hoş gözüküp seni içine çeken fakat bir yılan gibi, sinsilikle vücuduna sirayet eden, zehir kadar keskin olan duygudur. Sevgidir."
3.Günün Akşamı
Düşünceler zihnimi istila ederken babama iyi olup olmadıklarına dair onlarca mesaj atmıştım. Bir şey planlıyordu. Bir şekilde canımı yakacaktı biliyordum, ama nasıl ve ne zaman sorularının karşılığını alamamam bilinmezlik içinde debelenmeme neden oluyor ve karnımın her an hançer yiyiyormuşçasına ağrıdan kasılmasına sebep oluyordu. Korkuyordum, ilk defa Kayra'dan korkuyordum ve plansız hareket etmeyeceğini bilecek kadar tanımıştım onu. Kendim için değil babam için ve Buğra için deli gibi endişeleniyordum. Ve tabi Arlas için...
"İyi misin sen Vavelya? Yüzün moladan beri kireç kesildi. Bir şey mi oldu?" Arlas ilgiyle yüzümü incelediği sırada önüme düşen birkaç tutam saçı arkama attı. Yüzüm artık soğuktan dolayı uyuşmuş dudaklarım da soğuktan kurumuşlardı. Hepimiz berbat bir haldeydik, çamurlu kıyafetlerimiz, bakımsız ciltlerimiz, soğuktan çatlayan dudaklarımız, hastalığın göstergesi durmadan akan burunlarımızla resmen sürünüyorduk ama aralarında en kötü bendim. Onlar fiziksel olarak çökmüşlerdi benim ruhumda kanıyordu.
"Yoruldum biraz o yüzden." dedim geçiştirerek. Kaşları inanmadığını belirtircesine çatılsa da üzerime gelmesine izin vermeden adımlarımı hızlandırıp önden yürümeye devam ettim. Ellerimde hala onun verdiği siyah eldivenler üstümde siyah montum ve siyah pantolonumla karamsarlığın dibine vurduğumu hissediyordum.
"Yiğit'in bile sesi çıkmadığına göre biz gerçekten bitmişiz." Doğu yorgunlukla Yiğit'e sataşmaya devam ederken ben kafamda kiracı olan kişilerin içsel çatışmalarına şahit olmaktan dikkatimi veremiyordum.
"Arlas baksana kaç kilometre kalmış?" Yiğit espriye kulak asmadan Arlas'a döndüğünde onun da bezdiğini anlamış olduk. Doğu dalga geçmişti ve Yiğit buna cevap verme gereksinimi bile duymamıştı. Durum gerçekten vahimdi.
"Ee şimdiye gelmemiz gerekiyordu. Nokta buralarda bir yeri gösteriyor." Söylediği dikkatimi çekmeyi başardığında haritaya yaklaşıp incelemeye başladım. Gerçekten de gelmemiz gerekiyordu.
"Nerede o zaman?" Ne neredeydi acaba? Biz daha ne aradığımızın farkında mıydık ki? Yiğit mavi beresini çıkarıp cebine kattığında yeşil gözlerini umutsuzlukla bezenmesi beni daha da çıkmaza sürükledi. Arya da yorgunlukla Doğu'ya ağırlığını vermiş olanlara sadece seyirci kalıyordu.
"Sanırım aradığımızı buldum." Arlas sessizce mırıldanarak bir yere bakarken ben de haritayı incelemeyi bırakıp baktığı yöne doğru döndüm. Ağaçların arasına sığınmış mağarayı görmemle içime derin bir nefes çektim. İşte başlıyorduk."Hazır mısınız?" Arlas bizden karşılık beklerken herkes hazır olduğunu haykırdı güne fakat tek bir kişi eksikti, o da bendim. Hazırım demedim, bunun yerine başımı eğerek mağaraya doğru yürümeye başladım. Yalan söylemektense sessizliği seçtim.
Etrafı sarmaşıklarla kaplı daracık bir girişe sahip olan mağaranın girişini biraz inceleyip ilk adımı ben attım. Mezar gibi dar bir alandan sürünerek ilerlemeye başladığımda arkamdan hissettiğim seslerden onların da sorgusuz peşimden ilerlediklerini anladım.
Klostrofobim yoktu ama dar alanlar bana hep ölümü andırdığı için oldum olası nefret ederdim. Şimdi de o kadar dar alanda debeleniyorduk ki ellerimin titremesiyle korktuğumu en derinimden hissettim.
Güçlüydüm ama korkusuz değildim.
"Nefes alamıyorum." Zihnimdeki seslerin yoğunluğunun birden iki katına çıkması, bu daracık alandan çıkma çabalarımla harmanlanınca nefesimin kesildiğini hissedip duraksadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhun Sahyası
FantasyBir varmış bir yokmuş diye başladı hikayesi, Ruhu yaralı küçük çocuğun elini, kalbi kırık bir kız çocuğunun tutmasıyla yeniden yazılmaya devam etti. İkisinin de ruhu kırıktı ama onları da yalnızca ikisi anlayabilirdi. Kız parlak bir yıldız, Çocuk b...