bu bölümü playlisti dinleyerek okumanızı tavsiye ederim.
Sakinleşip kendime geldiğimde bile o odanın görüntüsü aklımdan çıkmıyordu. Ona dair her şey yerli yerindeydi ama o yoktu. Yatağı, yarım bardak suyu, ben onu bekliyorduk. Gelmiyordu. Diğerleri haklıydı. Gelmeyecekti.
Bir süre yatağın üstünde oturdum. Geleceğine olan inancım her geçen saniye yıpranırken tükendiğimi hissediyordum. Günler olmuştu ve ben ağlamak dışında bir şey yapmıyordum.
Jihoon'un gelmesini böyle durup beklemekten başka yaptığım yoktu. Aptal gibiydim. Saçma bir düşüncenin peşine takılmıştım.
Hyunsuk artık butiğe gitmem gerektiğini söylediğinde ona hak vermiştim. Dikkat çekmekten başka bir şey yapmıyordum.
Ayrıca bir Amerikan ajanının butikten alışveriş yaptığını söylemişti. Kameraları izlerken fark etmiş olmalıydı. Butiğe girecek kadar cesurlardı. Yanımda çalışan kızla konuşmalıydım beni sorup sormadığını.
Ve belki de artık Jihoon'u beklemek yerine işlerime odaklanıp ona bunu yapan her kimse bulup katletmeliydim.
Öldürmek değil, işkenceler içinde kıvrandırmak isterdim. Jihoon'a ne yaptığını bilmiyor olabilirdim ama Jihoon'u öldürerek bize ne yaptığını biliyordum. Hepimiz bitmiştik. Hiçbirimiz Jihoon dışında bir şey konuşmuyorduk neredeyse.
Masanın üstüne bıraktığım kutuyu aldım. Hyunsuk içinde benim için bir şeyler olduğunu söylemişti. Ağlamaktan açmaya fırsat bulamamıştım.
Kutuyu yatağın üstüne koyup yanına oturdum. Açmakta emin değildim. Bugün onun gelmeyeceği yüzüme tokat gibi çarpmıştı ve bir tokat daha yesem ayağa kalkabilir miydim bilmiyorum.
Onsuz olmak yeterince yorucuyken ondan geriye kalanlar omzumdakileri ağırlaştırıyordu.
Jihoon yanımdayken sorunum yok muydu, hatırlamıyorum. Bundan bir hafta önce neyi kafaya taktığımı hatırlamıyordum bile.
Yavaşça kutunun kapağını kaldırdım ve içine göz attım.
Üç zarf vardı ve biri oldukça kalındı. Zarfları çıkarıp dizimin üstüne koydum. Kutunun içindeki birkaç şeyi daha gördüğümde gözlerimin tekrar dolduğunda şahit oldum.
Kutunun içindeki bilekliği aldım elime. O gitmeden birkaç gün önce kaybetmiştim bunu, kulübede düşürmüştüm ve gece kulübeye gitmeme engel olmuştu. Gitmeme engel olduğu için kavga etmiştik.
Sonrasında da tamamen aklımdan çıkmıştı. Çok büyük anlamı olan bir şey değildi, sadece uğur getirmesi için takıyordum. Ve kaybolması uğursuzluk getirir diye düşünürdüm.Bilekliğin uğur getirdiğine inanmasam da onu kaybettikten sonra Jihoon'u da kaybetmiştim. Belki de gerçekten benim yüzümdendi her şey. Bir bilekliğe sahip çıkamadığım içindi.
Onu kutuya bırakmak yerine sol bileğime geçirdim. Sağ elimle bilekliğin üzerini kapattım ve gözlerimi kapattım. Dolu gözlerimden yaşlar yanaklarıma süzüldü.
"Yalvarırım uğur getir." dedim mırıldanarak. "Yalvarırım Jihoon'dan bir iz göster bana."
Gözlerimi umutla açmıştım. Her şey aynıydı. Saçma umutlara kapılıp kendimi harap etmek dışında vasfım yoktu.
Kutunun içindeki kurumuş papatyayı elime alıp gülümsedim. Gözümün önünde canlanıyordu her şey.
Ormanda yürürken peşime takıldığı gün, bunu sık sık yapardı, saçıma takmıştı bu papatyayı. Depoya gelirken saçımdan almış, nedenini sorduğumda "Bana daha çok yakışır, sende durmasın." demişti. Bu kutuya koymak için almıştı demek ki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hide and seek ❧ jihoon
Fanfiction❧ hide and seek Hayat seni benden kopardığından beri kanatları kesilmiş bir kuş gibiydim. Nereye uçacağımı bırak nasıl uçacağımı bile unutmuştum. ©helenrensa | 2022