yirmi

287 46 150
                                    

İçeri girdiğimde yüzüme vuran sıcak havayla üşümüş burnumun ısınmaya başladığını hissetmiştim. Parmak uçlarım, siyah kabanımın cebinde yumruk yaptığım ellerimin arasında kendi kendilerini ısıtmakla meşguldüler.

Benim ardımdan eve girdiğinde yok göstermesi için onu beklemiştim.
Elindeki anahtarları girişteki ufak askılığa asıp kabanımı işaret etti. "Çıkar istersen, terlersin."

"Gerek yok."

İlgili ya da umursuyor gibi davranması sinirlerimi bozuyordu. Bu tavırları yüzünden suratının orta yerine bir yumruk oturtmak istemiştim. Hak ediyordu.

Gözleri birkaç saniye benimkilere takılı kalmıştı. Gözlerine bakmak istemesem de bakışlarındaki durgunluk onunla ilgilenmem gerektiğini söylüyordu. Ona sinirli olsam da özlemiştim.

Eliyle koridorun sağ tarafındaki odayı işaret ettiğinde ikiletmeden geçtim. Onun kaldığı yere kadar gelmişim, bundan sonrasında inat edecek bir şey yoktu. Onu dinleyecektim ve söz verdiği gibi istemezsem gidecekti. Gitmese bile benim için bitecekti. Kendimi incitmek, daha fazla harap etmek istemiyordum.

Bu canımı yaksa bile, anlattıkları beni tatmin etmezse her gün onunla yüz yüze olmak beni daha da bitirecekti. Eğer istemezsem ikimizden birine bir yol göründüğü anlamına gelirdi, daha fazla canımın yanmasını istemiyordum.

Üstümdeki montu çıkarıp koltuğun kenarına bıraktığında içindeki siyah, boğazlı kazakla kalmıştı. İyi görünüyordu, kendine iyi bakmış olmalıydı.

Belki de Rosa Ona iy bakmış demeliydim...

Koltuğun en köşesine geçip oturduğumda arada mesafe bırakarak yanıma oturmuştu. Belirli belirsiz burnuma gelen kokusu ona daha da yakın olmak istememe neden oluyordu. Ona karşı ördüğüm tüm duvarlar, öfke şimdi yok gibiydi. Karşıma daha önce çıksa hiç olmazdı o mesafe ama ona inanmayı istiyordum.

Onu bir kez görürsem bir daha bırakamam, demiştim kendime daha önce. Tam tahmin ettiğim gibi olmuştu. Şimdi ondan uzak kalmak korkutucu geliyordu. O konuşana dek yaklaşmak istemesem de anlatacaklarının saçma olmasından da korkuyordum.

Hiçbir şey olmamış gibi davranmaya hazırdım. Boynuna atlamaya, kokusunu içime çekmeye hazırdım ama kendime olan saygım ve gururum buna izin vermiyordu. O beni incitmişti, kırmıştı. Telafisi yoktu, ne yaparsa yapsın.

"Bir şeyler içmek ister misin?"

"Hayır." dedim düz bir sesle. Ona bu kadar yaklaşmışken bakarsam affetmeye hazır olduğumu bilirdi. Bunu istemiyordum. Çabalasın, gerçekten istediğini göstersin istiyordum.

"Yemek?" dediğinde kafamı iki yana sallayarak kucağımdaki ellerime baktım. "Hayır, anlatacaksan anlat."

Yerinde kıpırdanmıştı, sert ses tonu gergin hissetmesine yol açmıştı.

Bana yaklaşmamıştı, onun da cesareti yoktu belki, belki de istemiyordu.

Birkaç saniye bekledi, belki de kafasındakileri toparladı. "Nereden başlamamı istersin? En başından mı, Rosa'nın ne zaman geldiğinden mi, neden karşına çıkmadığımı mı anlatayım?"

"Hepsini." dedim yüzüne bakmadan. Gülümsediğini hissetmiştim. Gözlerim kucağımdaki ellerimdeydi o ise direkt olarak bana bakıyordu, bunu biliyordu.

Birkaç saniye sessiz kaldığında o sormak istediğim soru için kendimi tutmak istedim ama gerçekten kendi kendimi yiyip bitirmekten bıkmıştım.

"Başından beri" dediğimde nefesini daha yakınımda hissetmiştim. Başını koltuğun tepesine yaslamıştı ve biraz daha yakındı. Ona bakmadım, o kadar cesur değildim. "Her şey planlı mıydı?"

hide and seek ❧ jihoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin