sekiz

260 48 109
                                    

"Hyunsuk, söylenmeyi kes. Sorun olmayacak emin ol." dedim sıkılarak. Sabahtan beri kahve içmeyi kabul ettiğim için kızıp duruyordu. "Doyoung orada, Mashiho ve Junghwan da orada olacak. Dert etme." dedim onu sakinleştirmek isterken.

Telefonda konuşmamıza rağmen sinirden kızarmış yüzü gözümün önündeydi. Konuyu değiştirmek istedim, onun bu siniriyle uğraşmak durumu zorlaştırıyordu.

"Yeni kız ne yapıyor?"

"Haejin'i bekliyor. Eşyalarını yerleştirmesine izin vermedim diye trip yedim kendisinden." dediğinde istemsizce yüzümü buruşturdum. "Hiç sevmedim onu."

"Yangına körükle gitmek istemem, hepiniz kızı gömmek için fırsat arıyorsunuz ama ne yalan söyleyeyim benim de kanım ısınmadı." Gülümseyip başımı salladım. "Jihoon'un yerine geldiği için de olabilir bu." diye ekledi.

"Bilmiyorum ama küstahça davranıyor." dediğimde ufak bir kahkaha attı. "Sen gittikten sonra Asahi'yle bile kavga etmeyi başardı."

Bu şaşırtmıştı. Asahi kolay kolay konuşmazdı kimsenin karşısında. Daha çok karşı tarafın öfkeden çıldırmasını izlerdi. Ama kız onu da delirtmeyi başarmış olmalıydı.

"Bir de tek tek odaları gezmiş habersizce. Sinirlendim, kızdım. Junghwan'ın odasının manzara iyi diye o odayı istiyormuş hanımefendi. Junghwan'la da tartıştılar."

Kız ilk günden depodaki herkesi çıldırmıştı belli ki. Ama sadece benim sinir olmamam hoşuma gitmişti. Hepimiz aynı fikirdeysek bu kızı daha kolay gönderebilirdik.

"Gönderecek miyiz?" dediğimde bir süre sessiz kaldı. "Bilmiyorum. Bunu göndersek başkasını getirecek."

"Haklısın." dedim sadece. Ve vedalaşıp kapattım telefonu.

Jihoon çıkıp gelmediği sürece, ki onun hakkında somut bir delilim bile yok, yeni birileri gelecekti ekibe.

Ama Rosa, değişik bir kızdı. Geldiği andan itibaren çekinmeden konuşması, Hyunsuk'a ters cevaplar vermesi, Asahi ve Junghwan'la tartışması... Daha ilk gündenden vukuatları saymakla bitmiyordu.

Bu kız daha depoda bizimle böyleyse insan içine karışıp sahte hayatına başladığında neler yapardı kim bilir?! İnsanlarla tartışıp karakolluk olmasa iyiydi. Devlet kurumlarından oldukça uzak durması gerektiğini de iyice aklına kazımak gerekirdi. Sahte kimlik, üst seviye güvenlikli polis merkezlerinde çoğu zaman işe yaramazdı ve içimden bir ses bu kızın başımıza çok iş açacağını söylüyordu.

Masadaki kağıdı karalamayı bırakıp kafamı kaldırdım. Miles ve Rosa'yı düşünürsek aslında bol maceralı bir gündü ama nedense çok sıkıcı geçiyordu.

Miles'la neden buluşacağım ya da ne yapacağım hakkında bir fikrim yoktu. Tek bildiğim onu bir an önce gebertmek istediğimdi.

Belki de bunun hakkında fantaziler geliştirebilirdim. Mesela kafasına sıkıp o küçük beyninin parçalarını etrafa saçmak güzel bir fikirdi. Ya da bacağına sıkıp dakikalarca acı çekmesini izleyebilirdim. O kan kaybından ölünceye dek izlerdim.

Sadece uygun bir ortama ihtiyacım vardı. O gün, bugün değil gibiydi. Kafede herkesin içinde onu öldüremezdim. Üstelik arkadaşları benimle olduğunu biliyordu, bu işi temiz bir şekilde halletmeliydim.

Kapının önündeki karartıya döndüm. Miles kafasını içeri uzatmış bakıyordu.

"Dalgın gibisin." dedi imalı ses tonuyla. Hala benden şüphe ediyor olması normaldi.

"Yoruldum biraz." dediğimde kafasını salladı.

"Çıkalım mı?"

Kafamı kaldırıp saate baktığımda beşe on vardı.

hide and seek ❧ jihoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin