Dolan gözlerim, onun bedeninden bana geçen sıcak havaya karşı direniyordu. Ağlamak, sarılmak istiyordum ama yapmayacaktım. O benim acı çekmemi izlediği için ona ne kadar muhtaç olduğumu bilmemeliydi.
Kırgındım ve tuhaf bir biçimde bunu telafi etmesini istemiyordum. Dönüşü Rosa, Jeongwoo ve Mashiho'yla beraber kutlayabilirdi, bana ihtiyacı yoktu.
Onun için bir hevestim ve bitmiştim. Ona bağlanmamı sağlayıp bırakmıştı beni. İyi olup olmadığını bilmeden, yaşadığından şüpheli bir şekilde bırakmıştı beni. Pişman olsa, bana dönerdi. Beni üzdüğü için pişman olsaydı; bana söylerdi yaşadığını, bir şekilde belli ederdi bana. Yapmamıştı. Onun için bıraktığım ceketi bile bana geri göndermişti.
Mashiho, Rosa ve Jeongwoo'yla iletişimde kalırken benim o üşümesin diye bıraktığım ceketi bana geri göndermişti. Canımı yakıyordu bu durum.
Şimdi ise üzerinde kalın, asker yeşili bir mont vardı. Üşümüyor olmalıydı. Benim ona iletmek istediğim eski bir deri cekete ihtiyacı olmayacağını bilmeliydim.
Yazdığı mektup, sakladığı eşyalarımız, dile getirdiği tüm bu duygular tıpkı o ceket gibi değeri olmayan şeylerdendi onun gözünde. Olsaydı, bu hale gelmeme göz yumar mıydı?
Jaehyuk, kutuyu fırladığında ondan nefret etmiştim ama Haruto bana her şeyi anlattığında haklı sebepleri olduğuna ikna oldum. O kutuyu hala sakladığım için, kıyamadığım için kendimden iğreniyordum.
Ve şimdi, en hazır olmadığım anda karşıma çıkmıştı. Hiçbir şey demeden, hareket etmeden geçen saniyeler ve dakikalar sadece öylece durmamız için bize verilmiş gibiydi. Onun yanından geçip gidebilecek kadar cesur olmayı diledim Tanrı'dan ama dualarımın kabul olmadığını unuttum yine. Miles'ın laneti, peşimi bırakmadığı sürece mutlu olamayacaktım sanırım.
Ben onun kadar kalpsiz değildim, onun gibi görmezden gelemezdim.
"Alina."
Uzun zamandır duymadığım sesi kulaklarımı doldurduğunda bir adım gerileyip tahta kapının pervazını kavradım parmak uçlarımla.
Gözlerimin ucunda birikmiş yaşlar, akmak için onun sesini duymayı bekliyor gibi damlamıştı yanağıma. Bu kadardı işte. Onu gördüğüm anda ağlamıştım. O ise uzun bir süre sadece uzaktan izleyerek, yok sayarak mutlu olmuş olmalıydı.
Ben bunu kaldırabilecek kadar güçlü değildim, onun ölümünü bile kaldırırdım ama onun beni görmezden gelmiş olması büyük bir acıydı.
Yazdığı mektubu okurken döktüğüm yaşların, öldüğünü söyledikleri günden beri ettiğim isyanların boşuna birer çaba olduğunu anlamak beni yıkıyordu. Belki de Jihoon en başında haklıydı, ben bu ekibe ait değildim.
Şansımı zorlamıştım ve karşılığını da almıştım.
Ben gerilediğimde bana doğru yavaş ve kontrollü bir adım attı. Gözlerinin dolduğunu anlamış olsam da bunların gerçek hisleri olduğundan şüphe ediyordum. Sadece vicdan rahatlatmak için buradaydı, bana değer verse ulaşırdı. Ulaşma imkanı vardı ve o bunu tercih etmemişti. Kendi kendimi yemem boşunaydı, her şey gibi.
Asahi haklıydı belki de, değmezdi bu kadar araştırmaya. Çünkü o canı istediği zaman istediğiyle görüşüyor ve canı istediği zaman çıkıp gelebiliyordu.
Bir zamanlar kızdığım herkese hak vermeye başlamışken Jihoon'un beni nasıl yerle bir ettiğini görebiliyordum.
Rosa'nın benimle dalga geçişleri, Amir'le bir olup şizofren olduğumu iddia edişleri, küçümsemeleri... Hepsinin sebebi Jihoon değil miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hide and seek ❧ jihoon
Fanfic❧ hide and seek Hayat seni benden kopardığından beri kanatları kesilmiş bir kuş gibiydim. Nereye uçacağımı bırak nasıl uçacağımı bile unutmuştum. ©helenrensa | 2022