Hiçbir şey düşünmeden durmanın imkansız olduğunu sanardım. Sensiz bir günün geçmeyeceğini, nefessiz kalacağımı sanardım sensiz.
Uzanıp tavanı izlediğim birkaç günde anlamıştım ki, hiçbir şey düşünmeden günlerce durabilir, sensiz günler su gibi geçer, nefes alırmışım. Hiçbirini istemesem de yaparmışım.
Günlerdir olduğu gibi, boş boş tavan izlemekten başka bir şey gelmiyordu elimden. Seni tutup çıkaramıyorum o karanlıktan.
Beyaz tavan, karanlıkta pencereden gelen ay ışığıyla aydınlanıyordu. Ağaçların rüzgarda sallanışını tavandan izliyordum.
Gözümden bir damla yaş daha kendiliğinden aktığında silmekle uğraşmadım. Kulak hizamdan yastığa damlamıştı. Yastığın o kısmı sırılsıklamdı gözyaşlarımdan, kendiliğinden kuruyordu bir müddet sonra.
Kaç gün olmuştu bilmiyorum ama aylar geçmiş gibiydi. O gittiğinden beri koskoca depodaki tüm sesler kesilmişti. Bebek gibi tepinen adamlar su bile içmiyordu, sürekli gürültüye alışmış duvarlar bu sessizliğe isyan ediyor gibi üstüme geliyordu.
Kaç gece geçmişti bu şekilde bilmiyorum tek bildiğim o gittiğinden beri sadece sustuğumuzdu. Ona gitti demiyorlardı, başka şeyler diyorlardı, yakışmıyordu o dediklerinin hiçbiri.
Sadece gitti. Geri gelmez deseler de gelirdi belki, nasıl bizsiz kalacaktı ki o karanlıkta. Bizim bu halimize dayanamaz gelirdi.
O beni bırakmazdı bu halde.
Gözümden birkaç damla daha damlarken yüzü gözümün önünden gitmiyordu. Diğerlerinin söyledikleriyle uyuşmuyordu gözümün önündeki o canlı yüz.
"Ne yaparsan yap gitmeyeceğim." dediği daha dün gibiydi. Ben ondan gitmesini istediğimde yakamdan düşmeyen oydu, şimdi bu şekilde gidemezdi. Gelmek zorundaydı. Tutamadığı sözlerin hesabını verecekti. Beni umutlandırdığı yarınlar vardı. Tüm bunları bırakıp çekip gidemezdi.
Merdivenden gelen ayak seslerine odaklandım. O gelmişti belki de. Kapıyı itip gülümseyerek içeri girecekti. Benimle dalga geçip beni sinirlendirecekti.
Herkes haksız çıkacaktı. Ben ona sımsıkı sarılacaktım.
Kapının tıklanma sesiyle istemsizce gülümseyip kafamı hafifçe oynatmaya çalıştım. Boynum tutulmuştu.
"Jihoon?" dedim gülümseyip. Gelmişti işte, hafifçe doğrulup ayağa kalmak için uğraştım, bilmediğim bir süredir burada uzandığımdan her yerim ağrıyordu.
Kapı yavaşça itilirken ardındaki kişi konuştu. "Hayır, benim."
Haejin, içeri doğru bir adım attığında gözleri şişmişti. Göz altları mor değil siyaha yakındı.
Onu görünce yatağa oturdum. Gelmemişti. Gelmediğini gibi hepimizi berbat bir halde bırakmıştı.
Hiç kimseyi böyle yıpratmaya hakkın yoktu Park Jihoon.
"Hyunsuk, bizimle görüşmek istiyor. Seni de çağırmamı istedi."
"Bir haber mi var?" dedim heyecanla yerimden kalkarken. Hyunsuk boş yere çağırmazdı bizi. "Jihoon mu geldi? Geldi değil mi?" dedim gülümsememe engel olamadan. Haejin cevap vermek yerine yüzüme baktı birkaç saniye.
Biliyordum geleceğini. Bizi bırakmazdı ve tüm bu olanlar onun yaptığı bir eşek şakasından ibaretti. Buna eminim. Her zaman korkutucu şakalar yapmayı severdi, yine onlardan biriydi bu da. Bu sefer bu ağır şakayı ona ödetecektim, komik değildi.
Haejin dışarı çıktığında terliklerimi giyip hızlıca çıktım odadan. Haejin merdivenlerden iniyordu. Demek ki hepsi aşağıdaydı.
Onu takip ederek hızlıca aşağı inerken etrafa bakınmadan edemedim. Jihoon'un geleceğine olan inancım azalmışken gelmesi çıldırmanın eşiğine gelmeme neden olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hide and seek ❧ jihoon
Fiksi Penggemar❧ hide and seek Hayat seni benden kopardığından beri kanatları kesilmiş bir kuş gibiydim. Nereye uçacağımı bırak nasıl uçacağımı bile unutmuştum. ©helenrensa | 2022