Kafasını arkadaki duvara bir kez daha vurdu. Kafasında öyke bir acı vardıki tüm bedeninin direncini kaybetmişti sanki.
Kapı yine çalındı ve içeri yine sekreteri girdi.
Çöktüğü duvar köşesinde saatlerce oturmuştu ve gün içindeki tüm seansların zamanı gelip geçmişti.
"Ares bey iyi misiniz?"
Topuklu ayakkabı sesi yaklaştı ve tam karşısında durdu.
"Hastalarıza bu gün için müsait olmadığınızı bildirdim. Sizin için taksi çağırmamı ister misiniz?"
Ares bakışlarını zeminden ayırmadan kafasını iki yana salladı.
Kısık ve güçsüz sesiyle konuştu.
"Evine gidebilirsin Leyla."
Leyla endişeli olsada kafasını sallayıp arkasını dönerek odayı terk etti.
Ares boş ve karanlık odada saatlerce oturdu. Artık kafasındaki acıyı hissetmiyordu.
Islık çalmak ve rahatlamak istedi. O kadar çok istediki ama yapamadı.
Keşke bu şarkıyı bir kez daha ondan duya bilseydi.
Onun sesinden işite bilseydi. Belki çok huzurlu bir uykuya dalabilirdi.
Annesini o kadar çok özlüyorduki tüm bedeni direncini kaybetmişti.
Tüm benliğiyle onun dizlerine yatıp verdiği şefkati memnuniyetle kabul etmek istiyordu.
Annesini öldürenin Yekta olduğunu öğrendiğinde yaşadığı büyük hayal kırıklığı ruhunu sancıyordu sanki.
Bu acının tarifi yoktu.
Olamazdı.
9 YIL ÖNCE
Elindeki yeşil kutuyu sıkı sıkı kavramış omzunu dik tutarak bembeyaz koridorda yürüyordu.
Bir an önce koridorun başındaki odaya ulaşmalı ve ilacı daha önce görmediği kadına vermesi gerekiyordu.
Babası böyle istemişti.
Kapıya ulaşıp üzerindeki gümüş renkli numaraya baktı.
417.
Elindeki kutuyu biraz daha sıkı kavrayıp kapıyı tıklattı.
Biraz bekledi ama ses çıkmayınca cebindeki anahtarı çıkarıp kilidi çevirdi.
İçeri girdiğinde elindeki anahtarı cebine yerleştirip kapıyı kapattı. Karşısında bembeyaz bir oda duruyordu. Beyaz duvarlar, beyaz dolap, beyaz masa, beyaz sandalye ve beyaz çarşaflı yatak.
Yatağın üzerindeyse siyah saçlarını tarayan ve şarkı mırıldanan bir kadın oturuyordu.
Saçı yüzüne döküldüğü için yüzünü görümemişti. Yatağın yanına adımlayıp elini masanın üzerindeki sürahiye uzattı. Bardağa yarım suyu doldurup sürahiyi kenara bıraktı. Elindeki kutuyu açıp renkli haplardan yeşil olanını çıkardı.
Arkasını dönüp saçlarını taramaya devam eden kadına baktı. Kadın şarkı mırıldanmaya devam ediyordu.
Ares ne yapacağını bilmeden bir süre elinde hap ve bardakla öylece kadının karşısında dikildi.
Kadın bir anda şarkıyı kesip saçını taramayı durdurdu. Yeşil tarağı yavaşça yatağa bırakıp nazikce saçını gözünün önünden çekerek kulağının arkasına iliştirdi.
Ares karşısındaki manzarayla afallayarak kadına baktı.
O kadar güzeldiki.
Ela büyük gözleri, küçük burnu, dolgun dudakları bembeyaz teninin üzerine özenle yerleştirilmişti sanki.
Ela gözlerini Arese çevirip heyecanla gülümsedi.
"Oğlum?"
Farklı aksanla konuşan kadın anında yataktan kalkıp kollarını Aresin beline doladı.
"Geleceğini biliyordum Yekta."
Bir süre ona sarılıp öylece durdu. Ares elindeki bardak ve hapla yerinden kımıldamadan şaşkınlıkla duruyordu.
Kadın kollarını bir süre sonra geri çekerek Aresin yüzüne baktı.
"Oğlum ne kadarda büyümüşsün. İnanamıyorum. Seni o kadar çok özledimki."
Ares gözleri dolan kadınla ne yapcağını bilmedi.
"İnci nasıl? Kızım nasıl? Baban ona iyi bakıyor mu?"
Kadın o kadar hevesle bakıyorduki Ares şaşkınlıktan sıyrılıp kafasını toparlamaya çalıştı.
Dudaklarını aralayıp ne yaptığını ve kendini nereye sürükleyeceğini bilmeden konuştu.
"Evet... anne."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖZDE
General FictionYekta'nın hikayesi... Psikolojik sahneler olacaktır, rahatsız olacaklar okumasın.