Ezra, gözlerini açtığında revirde idi. Başı çatlayacak derecede ağrıyordu. Akşamki olayları bir türlü atlatamamıştı. Adeta ölüp tekrar dirilmiş gibi şaşkındı.
Hekimler Ezra'nın uyandığını görünce kraliçe Victoria'yı çağırdılar. Victoria, kızını canından bile çok severdi. Kızının eline kıymık batsa O'nun canı acırdı. Dünki olayda da sanki görünmez ruhlar ciğerlerine sayısız hançer saplıyormuş gibi canı yanmıştı.
Victoria, kızının uyandığı haberini alır almaz hızla revire gitti. Kızının yattığı yatağın başına oturdu ve saçlarını okşamaya başladı.
-Ah sevgili Ezra, beni çok korkuttun.
-üzgünüm biricik annem, bana ne oldu bilemiyorum.
-kendini iyi hissettiğin zaman, baban bizi taht odasına çağırıyor.
-şu anda fazlasıyla yorgunum anneciğim. Lütfen babama istirahat ettiğimi söyler misin?
-tabii birtanem. Yarın gider, baban ile konuşur ve ne istediğini öğreniriz. Sen şimdi dinlen.
Victoria, eğildi ve kızının alnına ufak bir öpücük kondurdu. Ardından ona iyi dinlenmesini söyleyip revirden çıktı.
Bir saat sonra Ezra revirden çıktı ve odasına gitti. Revirin serum kokusundan nefret ederdi ve bu nedenle odasında dinlenecekti.
Sabah olduğunda hızlıca giyindi Ezra. Bir önceki güne göre daha enerjikti. Sessiz ama hızlı bir şekilde taht odasına doğru yola çıktı. Babasının yanına erkenden gidip ona süpriz yapacaktı. Yolda giderken çiçek vazolarından birisinden pembe bir gül aldı. Taht odasının kapalı kapısının önünde belirdiğinde tam kapıyı tıklatıp girecekken içerden ağlamaklı bir bağırış koptu. Annesinin sesine benzeyen bir sesti bu. 'ne güzel annem de içerde babam çok mutludur' diye düşündü. Ama bu düşünce çok kısa sürdü. Çünkü annesi ağlıyordu. Ezra içeri girmenin iyi olmayacağını düşündü ve kapıyı dinlemeye devam etti. İçerdeki annesinin sesi;
"ASLA OLMAZ! KIZIMI ÖLDÜRMENE İZİN VERMEM. ONU ÖLDÜRMEK İSTİYORSAN ÖNCE CESEDİMİ ÇİĞNEMELİSİN" Dedi.
Ezra birisinin onu öldürme planları kurduğu anlamıştı. Kimsenin ruhu duymadan tekrar odasına çıktı. Bu saraydan bir şekilde kaçmalıydı. Yoksa ölecekti. Başka yolu yoktu. Elbisesini çıkarttı ve rahat bir eşofman takımı giydi. Siyah sırt çantasının içine başka bir eşofman takımı koydu, 3 şişe içme suyu aldı, odasındaki tatlı zulasından çantaya sığacak kadar atıştırmalık aldı ve çantayı sırtına taktı. Tam o anda arkasını döndü ve karşısında annesini buldu.
"anne buradan gitmeliyiz. Yoksa beni öldürecekler."
Annesi ağlamaklı bir ifadeyle bu söylediğini onayladı. Giysi dolabından bol siyah bir pelerin aldı ve üstüne geçirdi. Aynı renk ve Ezra'nın bedenine uygun başka bir pelerini de kızına giydirdi ve kimse görmeden saraydan çıktı.
Belki de öyle sanıyordu...
Victoria atına bindi ve önüne Ezra'yı aldı. Son sürat ilerlediler. Arkalarına bile bakmadan gidiyorlardı. Alaca karanlık çöktüğünde bir ırmağın yakınlarında durakladılar. Saatlerdir ilerliyorlardı ve atları çok yorulmuştu. Atları dinlenirken onlar da bir şeyler yediler. Ezra annesinin onu koruyacağını bildiği için rahattı ama Victoria, o çok korkuyordu. Ya kızını koruyamazsa? Ya kızı ölürse? O minik cana kıyamazlardı. Victoria gerekirse canını feda edecek ve kızını koruyacaktı. Biricik kızıydı Ezra, onun.
Düşüncelerden sıyrılıp kızına sanki son kez sarılıyormuş gibi sıkıca sarıldı. Bağrına bastı. Aynı zamanda hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve Ezra'dan onu koruyamadığı için af dileniyordu. Kalbi daha önce hiç bu kadar acımamıştı. O gün ölüydü ama yaşıyordu. Nefes alıyordu ama ruhu yoktu. Son sevgisini, şefkatini ve bütün olumlu duygularını o 10 saniyede kızına boşalttı. Ardından kızına baktı ve;
-meleğim, eğer yolculuğumuzun bir kısmından itibaren sana eşlik edemezsem, sakın korkma. Gözlerin, onlar Drake'nin emanetleri. Drake gözlerini sana verdiyse seni mutlaka korur. Eğer, sana eşlik edemezsem, yani ölürsem... Sakın arkana bakma tamam mı?
Ezra ölüm lafını duyunca üstüne kaynar su dökülmüş gibi afalladı. Anneler ölümsüz değil miydi? Anneler Dünya'nın en güçlüsü değil miydi?
Anneler en ulu değil miydi?
-benden seni bırakmamı isteyemezsin. Ben senin kızınım.
-Evet Ezra. Bu yüzden yaşamayı hak ediyorsun. Ama eğer kalırsan seni öldürec-
Victoria sözünü bitiremeden alnının tam ortasından bir ok fırladı. Bu okun sahibi ise Arthur'dan başkası değildi. Karısının yanına gitti. Ağlıyordu. Hem de ne ağlamak sesi dağı, göğü, yıldızları, gezegenleri delip geçecek kadar acıklıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Piece Of Memories
FantasyKadın onaylamaz şekilde bana baktığında benim için endişelendiğini gözlerinde görüyordum. Benim beş yaşımda kaybettiğim gözlerimin parıltısı, tam aksine kadının gözlerinden taşıyordu adeta. Yaşam enerjisi, herkese bulaşan bir hastalık gibi iken ben...