Mağaraya vardığımızı ve beni revire kadar taşıdıklarını hayal meyal hatırlıyordum. O kadar bitkindim ki, gözleri dahi açamıyordum. Sadece bazı boğuk sesler arada bir kulağıma doluyordu. Bazılarını anlamlandırabilsem de çoğunluğu karmakarışıktı. Sonra da büyük bir sessizlik. Elimin üstünde yumuşacık bir örtü hissettiğimi hatırlıyorum. Ve 'sanırım bir süreliğine güvendeyim' diye düşündüğümü...
Büyük ihtimalle saatlerdir uyuyordum ama bir gram bile uykumu alamamıştım. Neden şiştiğini tam kestiremediğim gözlerim (şişmiş olmasında o kadar fazla ihtimal vardı ki hangisinden olduğunu kestiremiyordum.) gözlerimi araladım. O sırada revirin önünde elinde meşalesiyle Iwory belirdi. Elindeki meşaleyi duvardaki bölüme taktı ve başucuma gelip her zamanki sevimli gülüşüyle kocaman gülümsedi. "Demek uyandın" dedi sakin bir edayla. "kendini nasıl hissediyorsun?" "Yorgun. Hem de fazlasıyla." diye fısıltıyla cevap verebildim anca. Yanıma oturdu ve anne edasıyla gülümsedi. "kendini iyi hissedince toplantı odasına gel, lütfen" dedi. "tamam" diye karşılık verdim.
Birkaç saat sonra ayağa kalkacak gücü kendimde bulabilmiştim. Revirden çıktım ve odama gittim. Odamın içinde bulunan banyo kısmına girdim ve sıcak bir duş aldım.
Duştan çıkınca dolabımdaki elbiselerden en güzel görüneni seçmek istedim. Bu gün canım güzel görünmek istiyordu çünkü her zaman 'vahşi, güçlü ve herkesi yenebilirim' havasında olmak zorunda değilim. Bu yüzden de yaklaşık yarım saat boyunca hangi elbiseyi giysem daha güzel görünürüm diye düşündüm ve sonunda kararımı verdim.
Boyu dizlerime gelen, kolları ellerimi içine saklayacak kadar uzun ve geniş olan, bel kısmına kadar fazlasıyla sıkı ama bacak kısmı geniş toz pembe elbisemi giydim.
Boy aynanın karşısına geçtim ve belime kadar uzanan kan kırmızısı ıslak saçlarımı ortadan ikiye ayırdım ve her ikisini de balık sırtı şeklinde ördüm.
Aynadaki beni alıcı gözüyle süzdüm. Efendimden miras aldığım kırmızı gözlerim sanki asırlar sonra ilk defa düşmanca bakmıyor aksine sevimli görünüyordu. Tatlı bir gülümseme takındım ve biraz makyaj yapmaya karar verdim.
Fondöten sürmekten nefret ederim. Ten rengimi seviyorum çünkü. Bu yüzden ilk başta gözlerime eyeliner çektim. Dudağıma hafif pembe bir ruj sürdüm ve havalı dursun diye alt dudağımın içine yakın kısma çizgi halinde kırmızı dudak kalemi ile bir çizgi çekip doğal bir görünüm elde edene kadar dağıttım. Kirpiklerime de biraz rimel sürdüm ve işte hazırdım!
Boy aynamdan kendime alıcı gözüyle tekrar baktım. Gerçekten çok hoş görünüyordum. Derin bir nefes aldım ve ruhsal yorgunluğuma aldırmadan güzel bir gülümseme takındım. Kendimi mutlu olduğuma inandırdım ve odadaki gaz lambasını söndürüp çıktım. Yuvarlak 8 kişilik masanın olduğu toplantı odasına doğru gittim.
Kapının önüne vardığımda Noah sinirli bir şekilde bapırıyordu. "BÖYLE SORUMSUZLUK OLMAZ." at arabasının içinde uyandığımdan beri agresif davranıyor. Nedenini tam anlamış değilim ama benden nefret ettiği açık. Kendimi hala onlara kanıtlayamadım, varlığımı kabul ettiremedim gibime geliyor. Sanırım 'gibime geliyor' ifadesi tamamıyla yanlış. Dopru ifade ise, 'kesinlikle kendimi kabul ettiremedim' olacak.
Kendimi nasıl bu insanlara kabul ettirebilirim?
Beni nasıl sevebilirler?
Ne yapacağım?
Bir süre boyunca birlikte olmak zorundayız!
Neden anlamıyorlar? Başka şansları yok!
Kendimi kanıtlamam gerekiyor ve bir şekilde yapacağım. Benim de başka şansım yok.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Piece Of Memories
FantasyKadın onaylamaz şekilde bana baktığında benim için endişelendiğini gözlerinde görüyordum. Benim beş yaşımda kaybettiğim gözlerimin parıltısı, tam aksine kadının gözlerinden taşıyordu adeta. Yaşam enerjisi, herkese bulaşan bir hastalık gibi iken ben...