Son gördüğüm şey ise karanlıktı. Her yer simsiyah oldu. Nefes alamıyorum. Ne oldu ki şimdi? En son hatırladığım şey neydi? Ah! Evet. Ben o devi'i bulmuştum. Sonra elindeki değerli eşyasını çaldım. Hala nefes alamıyorum. Yoksa, ölüyor muyum? Şu anda ölemem çünkü benim intikam almam gerekiyor. Nefes alamıyorum ve bu ciğerlerimi acıtıyor. Saniyeler geçiyor belki ama bana asırlar gibi geliyor. Elimde devin daha önce şişeye benzettiğim ama aslında bir kum saati olan değerli eşyası var. Ama hareket edemiyorum. Ayaklarım uyuşmaya başlıyor. Sanırım ayakta duruyorum hala. Emin değilim ama, yatıyor da olabilirim. En son gördüğüm şey, onun hayal olup olmadığını hatırlamaya çalışıyorum. Sanırım sadece bir yanılsamaydı. Çünkü Micheal ve Lucas'ı gördüğümü zannetmiştim. Sanırım tam devi yenmek üzereydim ve onların sesini duyduğumu sandım. Dikkatimin dağıldığını hatırlıyorum. Ayaklarımın uyuşması bacaklarıma çıktı. Kendimi çok kötü hissetmeme neden oluyor fakat şu anda nefes almaya çalışmaktan başka bir şeye odaklanmak istemiyorum çünkü başım dönmeye başladı. Halüsinasyonlar görüyorum. Birileri sanki bana sesleniyor. Daha fazla dayanmak istemiyorum ama zorundayım. Hayatta kalma içgüdülerim ölmeme izin vermiyor. Nefesimi tutmaktan ciğerlerim yırtılacakmış gibi acıyor ama artık bununla da fazla ilgilenmiyorum. Asıl kulak verdiğim şey ise sesler. Bana birşeyler fısıldıyorlar. Bazen efendi Drake'nin sesini duyuyorum, bazen ise küçüklüğüme dönüp annemle konuşmalarımızı anımsıyorum. Bana yine ''Prensesim" diyor. Boris ve Iwory' nin konuştuklarını duyuyorum bir kaç saliseliğine. Benim hakkımda bir şeyler fısıldadıklarını sanıyorum ama ne dedikleri anlaşılmıyor. Bir ara ciğerimin yanması artık acıtmıyor. Bu iyiye işaret mi? Sanırım öyle çünkü artık fısıldaşmalar yerine ciddi anlamda bir rüyaya giriş yaptım. Bir koridor var. Karanlık koridoru aydınlatmaya yetmeyen, duvarda asılı meşaleler duruyor. Birisini, upuzun koridorda önümü görebilmek için elime alıyorum. Belki bir saniye ama bana yıllar gibi gelen bir süre yürüyorum. Koridorda, duvara dayanmış bir sürü kafatası ve kemik yığınları var. Bazı yerler ise kan gölü olmuş durumda. Yolun sonunda karşıma bir kapı çıkıyor. Üstünde bir şey asılı. Elimdeki meşaleyi yaklaştırıyorum net görmek için. Bir tabela çıkıyor karşıma. Kanla yazılmış bir yazı olduğunu hemen anlıyorum. Beklemekten siyahlaşmış ve kötü kokuyor. Kokuya aldırmadan yazıyı okuyorum. Büyük harflerle ve insanın tüylerini ürpertecek kadar korkunç görünüyor.
"AZAP ODASI"
Neden bilmiyorum ama kapı koluna gidiyor elim. Kapıyı açmaya çalışıyorum ama sıkışmışa benziyor. Biraz zorluyorum ve sonunda açılıyor. Ama açtığıma pişman oluyorum çünkü, çünküsünü bilmiyorum. Artık rüyanın içinde değilim. Ama gerçek hayatta olduğuma da emin değilim. Öldüm sanırım çünkü yavaş da olsa nefes alabilmeye başladım. Eğer ölmemiş olsaydım ciğerlerimin acısını hissederdim. Rüya beni çok yormuş olmalı. Rüyanın etkisinden çıktığımı anladığımda tekrar konuşmalar ve fısıldaşmalar duyuyorum. Bu sefer hayal gibi değil. Çünkü bazı kelimeleri seçebiliyorum. Sesler ise bana fısıldıyormuş gibi değil. Çok uzakta ama sesin sahibine yaklaşıp ne dediğini soracak kadar gücüm yok. Şansıma sesler artık daha yakındalar. Sanki başucumda konuşuyorlarmış gibi. Sesler hala bulanık. Kadın ve erkek sesleri birbirine karışıyor. Tonlamaları tam olarak seçemesemde kelimeler netleşmeye başladı. Ama ben hala ne hareket edebiliyor ne de konuşabiliyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Piece Of Memories
FantasíaKadın onaylamaz şekilde bana baktığında benim için endişelendiğini gözlerinde görüyordum. Benim beş yaşımda kaybettiğim gözlerimin parıltısı, tam aksine kadının gözlerinden taşıyordu adeta. Yaşam enerjisi, herkese bulaşan bir hastalık gibi iken ben...