Yokculuk; Dünya

111 39 1
                                    

Ezra'nın ağzından;

Mühür kırıldığına göre artık kendi sorunumu halletmeliyim sanırım. Yıllardır intikam ateşi ile yanıp tutuşurken, annemin katili bile olsa, öz babamı öldüreceğim. Oysa, yıllardır bunun hayalini kurmuyor muyum? Kendi istediğim şey de bu iken neden içimde burukluk var! Belki de babamın bir katil olması beni sarstı... Her ne olursa olsun, onu bulacağım. Dünya'yı karış karış aramam gerekse bile...

Ejderha efendilerinin tamamı da güçlerini halefi olan ben'e bahşedeli birkaç ay oluyor. Bu birkaç ay boyunca adeta nefes bile almadan halef güçlerim üzerine çalışıyorum. Çoğu büyüyü öğrendim ve Bayan Laxi sağ olsun, bana insan dillerini öğretti. Uzun zamandır onların dilinde konuşmadığım için unutmuştum. Büyü yardımı ile Dünya'da konuşulan dillerin tamamını öğrendim. Ayrıca Dünya'daki örf ve adetleri de öğretti bana. Ayrıca iyilik ehderhası olan Amenity, orada ihtiyacım olacak şeyleri hazırladı.

***

Lord Drake'nin kanatları işime çok yarıyordu. Mühür kalktığından beri daha da güçlüydü kanatlar. Dünya'ya uzun bir süre varmak için uçmuştum. Etraf uzay boşluğu, karanlık ve sessiz idi. Bu durum, olayları daha da korkutucu hâle getirmeyi başarıyordu. Arada karşıma çıkan ve tek eğlenceli olan şey, boşlukta süzülen göktaşlarıyken, resmen gök yüzündeki bütün yıldızları saymıştım. Milyarlarca yıldız ve göktaşı. Belki beni gören uzay canlıları şu anda benimle dalga geçiyor, kahkahalara boğuluyorlardı acemi hallerime. Saatlerin, günlerin belki ayların hatta yılların sonunda Dünya görünmüştü. Biraz daha boşlukta kalacak olsaydım eğer, aklımı kaçırabilirdim. Bunca zaman keçileri kaçırmamış olmamı, Bayan Laxi'nin koruma büyüsüne vermiştim. Düşüncelerden sıyrılıp dikkatimi topladım. Bir tarafım gitmek istemiyor, bir tarafım annemin katilini bulup hak ettiği cezayı vermemi istiyordu. Gitmemi istemeyen tarafımı, dünyayı gezme bahanesi ile kandırıp gitmek isteyen tarafıma odaklandım. Babamın canını aldığım sahneyi düşledim. Babamın silüeti bile canlanmıyordu aklımda. Ne sesi, ne bana olan sevgisi... Hiç biri yokken; annem, O'nun görüntüsü, kokusu, ses tonu, duruşu hepsi aklımdaydı. Özellikle de alnının çatından vurulduğu an. Pek net olmasa da okun, annemin alnını delip geçtiğini görmüştüm. Zaten o anı unutmak imsansızdı ki. Küçükken çok uzun bir süre annemi o haliyle düşlerimde görmüştüm. Annemin o halini hiç görmemiş olmak için nelerimi vermezdim ki...

Bu üzücü düşüncelerden sıyrıldığımda, Dünya'da bozkırın içinde ıssız topraklarda olduğumu fark ettim. Sıcaktan çatlamış toprak bile kuraklık olduğunun göstergesi idi. Uçsuz bucaksız bozkırda tek bir yaşam belirtisi yoktu. Bu ortamın oksijenine alışmak için biraz dinlendim. Ama orada oturdukça güneş adeta kavuruyordu beni. Bu sıcaklık ne böyle diye düşündüm. Xperias gezegeninde asla böyle kavurucu bir sıcaklık olmazdı. Tam gözleri kapanmak üzere iken birisinin ayak seslerini duydum. Bana doğru yaklaşan birisiydi bu. Kanatlarımı sakladım ve o an hareket bile edememenin verdiği dezavantaj ile gözlerimin kapandığını hissettim. Bana yaklaşan adamı bulanık şekilde görüyordum ama söylediklerini anlayacak ve cevap verecek halde değildim.

***

Gözlerimi açtığımda bir odada buldum kendimi. Etrafıma bakındığım zaman başımda anne - kız olduğunu düşündüğüm iki hanım efendi vardı. Kız on beş yaşında görünürken annesi de oldukça gençti. Anlamlandıramadığım şekilde saçlarını saklamışlardı. Gücümü toplayıp yatakta doğruldum ve anlamaya çalıştım.

-Demek uyandın canım. Daha iyi misin?

Diye sordu öncesinden sırtı bana dönük olup da kızının çekiştirmesi sonucu bana dönen kadın. "iyiyim. Teşekkür ederim" diye cevapladım. Kadın, elinde tuttuğu kapta yaprak gibi bir şeyin suyunu çıkartıp krem yapmıştı ve yatağa, yanıma oturup kremi daha önce acısını fark etmediğim güneşten yanmış kollarıma ve yüzüme sürmüştü.

Kremi sürmeden önce hiç acımayan kollarım şimdi nasıl da yanıyordu öyle! Dudağımı dişlemekten parçalanmıştı resmen.

Kadın merhemi sürmeyi bitirince elindeki kâseyi kızına verip konuşmaya başladı.

"büyük oğlum seni tarlaya giderken bulmuş. Tarlanın ortasında öylece bayılmışsın. Başına güneş geçmiştir diye seni buraya getirmiş. Söyle bakalım, ne işin vardı orada." annemin intikamını almak için başka bir gezegenden geldim diyemezdim herhalde. Mecbur birşeyler uydurmalıydım.

"ben bir yolculuğa çıkmıştım. Amacım Kral III. Arthur'un krallığında yaşayan akrabalarımı ziyaret etmekti. Fakat yolda bir çok aksilik yaşadım ve oraya ulaşamadım. Şu anda da nerede olduğum hakkında hiç bir fikrim yok."

Ne güzel kıvırdım öyle. Nasıl yaptım bir fikrim yok ama hayatımı kurtardı. Kadın da üzülmüş olacak ki;

" vahlar sana kızım. Başına neler gelmiştir Allah bilir... Üzülme elbet akrabalarının yanına gidersin. Şu anda da Osmanlı imparatorluğu'ndasın. " dedi. "İstanbul'da."

Bu olamazdı. İstanbul ve benim gideceğim krallık arası milyonlarca kilometre idi. Dünya'nın bir ucundan bir ucuna nasıl gidecektim? Burada kanatlarım ı kullanamazdım. Hatta islam şehirlerinde büyü ile ilgili hiç bir şeyi kullanamazdım. Mecburen normal yollar ile gitmeli idim.

Kendimi daha iyi hissedince yataktan ayrıldım ve biraz hava almak için dışarı çıktım. Bahçede, kollarıma merhem süren kadın ve beni kurtaran oğlu, kocaman bir kazanda bir şey karıştırıyor idi. Yanlarına gittim ve ne yaptıklarını sordum. Kazana baktığımda oğlanın kırmızı bir şey karıştırdığını gördüm. Kadın ise elindeki şeker çuvalını bırakıp yanıma geldi.

"Biraz daha dinlenseydin kızım" dedi.

Sesi öyle yumuşaktı ki, her 'kızım' deyişinde içim cız ediyordu. Bana annemi hatırlatıyordu. Yıllardır görmediğim annemi...

"yatakta dinlenmekten canım sıkıldı. Yapabileceğim bir iş varsa söyleyebilirsiniz. En azından bunu yapmalıyım."

Kadın onaylamaz şekilde bana baktığında benim için endişelendiğini gözlerinde görüyordum. Benim beş yaşımda kaybettiğim gözlerimin parıltısı, tam aksine kadının gözlerinden taşıyordu adeta. Yaşam enerjisi, herkese bulaşan bir hastalık gibi iken ben sanki 'herkes' gibi değil de bir duvar gibi duygusuzdum. Kimse bana hayatın aslında güzel olduğunu anlatamazdı. Daha çok küçükken tattığım nefret duygusu bütün vücudumu sarmış, beni ele geçirmişti. Asla gülümseyemeyeceğimi o an anlamıştım zaten. Ben, bu masum insanlar gibi değildim. Ben lanetli birisiydim. Lanet benim mutluluğumu elimden alıyordu. Oysa bu masum insanlar, her şeyden habersiz, beni de kendileri gibi sanıyorlardı. Ellerimdeki büyük gücü asla bilmeyeceklerdi ve ben de bu yükün altında ezilecektim. Sonumu az çok tahmin edebiliyordum...





Günaydın, tünaydın ve iyi akşamlar:)

Bölüm hakkında görüşlerinizi bekliyorum.

Bölümü oylayıp bana destek olmanızı çok isterim 🌟

Piece Of Memories Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin