Dönüş Yok

84 31 2
                                    

Yeryüzüne tekrar ulaştığımda ilk önce kendimi yere attım ve kollarımı ile bacaklarımı deniz yıldızı poziayonunda açarak bir nebze de olsa sırtım ve parmak uçlarımın acısını dindirmeye çalıştım. Gözlerim kapalı ve kalbimin hızlı ritimlerini dinlerken gün doğmak üzereydi. Güneş biraz daha yükselince hissettim yüzüme düşen gölgeyi. Yorgunlukla sağ gözümü hafifçe araladığımda da karşımda tahmin edebileceğiniz gibi Boris'i gördüm. Harika bir de onun gereksiz büyüttüğü nefretini çekecektim. Aksine, gözlerimi araladığımda kıkırdamaya başlamıştı. Ha - ha şimdi de alay konusuyum. Susuzluktan çatlamış dudaklarım, daha önce de parçaladığım için fena yanıyordu. Acıya aldırış etmeden tepemde dikilip kıkırdayan Boris'e seslendim.

"komik olan ne? Söyle ben de güleyim."

"çok uğraştın mı?"

"pardon?" yok canıım hiç uğraşmadım ya. Fiiüüü diye çıktım.

Gülmesini bir anda durdurup bana baktı.

"Gerçekten aptalsın."

"hadi ya. Bilmiyordum. Sağ ol söylediğin için."

Dudaklarım o kadar acıyordu ki daha fazla konuşmadım. Bunu fark eden Boris belindeki kemer gibi şeyde tuttuğu matarasını çıkarttı ve toprağın üstüne koydu. Dikkatlice omuzlarımdan tutup kalkmamı sağladı. Matarayı da eline alıp çok az bir kısmını eline damlatıp çatlamış dudaklarıma sürdükten sonra da matarayı ağzıma yaklaşırıp yavaşça içmeme yardım etti. Hayret. Nefret dolu bakışları yerini başka bir duyguya bırakmıştı. Bu duygunun ne olduğunu anlayamıyordum. Bir insan, nefret ettiği kişiye neden yardım etsindi ki?

"bana neden yardım ediyorsun?"

"bana kalsa burada kalıp ölmeni ve leşini de akbabaların yemesini tercih ederdim ama Lord Drake seni el üstünde tutmamızı istedi."

Ov ağır oldu. Sanırım gözlerindeki duygunun ne olduğunu anladım. Mecburiyet. Sanırım bu bakışların duygusunun tanımı bu.

"sağ ol. Su için."

Bir dakika. Nası ya? Ben o kadar uçurum tırmandım ve onu hiç görmedim. Nasıl oluyor bu?

Tüm gücümü toplayıp sırtımı dikleştirdim ve yüzümü ona döndüm.

"sen nası-"

Zorla tuttuğu kahkasını daha lafımı bitirmeden tutmayı bıraktı ve tekrar konuşabilecek hale geldiğinde de bir ağacı gösterdi ve

"Acil çıkış" dedi.

Güleyim mi ağlayım mı? Tam da gösterdiği yerde bir asansör bekliyordu. Aptallığımı damgalamış oldum aferin bana. Alnıma enayi yazıp da bütün şehri turlatsalar bu kadar utanmazdım o an! Neyse ki bir daha onunla görüşmeyecektim.

Torpraktan destek alıp ayağa kalktım ve üstüme bulaşan toprağı silkeledim. Boris de ayağa kalkarken nefret tekrardan gözlerine sinmiş, avını bekleyen pusudaki kedi gibi benden nefret etme anını kolluyordu.

"su için tekrar teşekkür ederim."

Deyip uçuruma sırtımı döndüm ve bir adım atacakken Boris önüme geçip

"nereye?"

Diye sorunca durdum.

"işlerim var. Ayrıca istenmediğim yerlerde durmak gibi bir fantezim de yok."

"istenmediğin yer? Ha evet. Seni istemiyorum. Kimse istemiyor. Ama Lord Drake ve Efendiler senin burada kalmanı emrediyor."

Hadi ama. Efendilerimin yeri geldiğinde katı olduğunu bilirdim ama bu kadar da gaddar olmamalılardı. Dünya yolculuğumda bir de bebek bakıcısı olacağım! Mecburen burada kalacaktım. Lafını bitirdikten sonra

"tabi istersen gidebilirsin. Senin, Lord Drake'nin gazabına uğramanı izlemek beni mutlu eder."

"sana bu zevki yaşatacağımı sanmıyorum"

Onun bile duymayacağı şekilde söylemiştim bunu. Asansöre doğru ilerlerken beni dinlemiyordu zaten. Asansördeyken de, gözlerindeki pusuda duran nefret harekete geçmişti. Asansördeki o bir kaç dakika... Boris beni öldürecek gibi bakıyor, bense asansörün tabanındaki bir noktaya odaklanmış, Boris'in bana olan nefretini görmezden gelmeye çalışıyordum. Eğer bu asansör yolculuğu biraz daha uzasaydı, Boris'in kellesini uçuracaktım! Bir saniye daha katlanamazdım buna.

Asansörün hemen yanında beni karşılayan kişi tabii ki Iwory idi. Anlaşılan Boris'e trip atıyordu ki ona bakmadan direkt bana döndü ve yüzünü ekşiterek baktı. Onun bu hali bile bir çocuktan farksızdı ve bana ilgi göstermesi az da olsa içimi rahatlatmıştı.

"Ezra. Çok yorgun görünüyorsun. Sana odanı göstereyim."

Bir eli ile omzumu tutuyordu. Diğer eli ile de sağ elimi tutmuştu. Ona bakamayacak kadar başım ağrıyordu ve rahat bir uyku çekmek istiyordum. Bana saatler gibi gelen ama aslında saniyeleri alan yürüyüşümüz bir odanın kapısında son buldu.

" Burası senin odan. İçerde duş var istersen girebilirsin. Senin için temiz giysiler de koydum. Dolabın içindeler."

"herşey için teşekkür ederim, Iwory"

"ne demek"

Iwory gözden kaybolduğu nda odaya girdim ve kendimi yatağa attım. Üzerimi bile değiştiremeyecek kadar yorgundum.

* * *

Piece Of Memories Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin