36.Bölüm

264 26 7
                                    

Merhabalar ve iyi okumalar. Lütfen bölümleri oylamayı ve yorum yapmayı unutmayalım.

----

Kokuyu alıyor musun?

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Kokuyu alıyor musun?

Bu kitap sayfaları arasına karışmış, yıllanmış aşkın kokusu. Bu kokuyu ancak kalbi aşk için çarpanlar alabilir. Ben alıyorum. Peki sen Gölge?

Gölge, beni eski kitap sahafçı dükkanına getirmişti.

İçeriye adım attığımız dakika burnuma eski küf tutmuş ve yıllanmış kitap sayfası kokusu çarptı.

Eski kitap sahafçı dükkanlarını seviyordum. Kitapların birçok elden ele hatta şehirden şehire dolaştığı ve mola için azıcık uğrayıp sonra bir daha gezintiye çıktığı mekanlarıydı burası. Yüz binlerce ruhun ve elin dokunduğu kitapların hepsi bu dükkanlardan geçiyordu. Kimisinde acı, kimisinde gözyaşı, kimisinde ise mutluluk vardı fakat hepsinin kaderi yine ortaktı.

"Buraya neden geldik?" diye sordum dükkanın kokusunu içime daha çok çekerek. Bu koku adeta beni mest ediyordu.

"Evimde hani en sevdiğin pencerem vardı ya önü bomboş olan," kafamı olumlu anlamda sallayıp, devam etmesini bekledim. "İşte ben dün oranın önüne iki koltuk ve bir kitap rafı çektim. Orası artık en sevdiğin pencerem değil, orası artık en sevdiğin bizim ikimizin köşesi olacak. Orası artık bizim kitap okuma köşemiz. Kısacası orası artık birbirimizin ruhunu dinleyeceği ve okuyacağı köşemiz olacak." her söylediği cümlesinin ardından yüz ifademi tartıyor mutlu oldum mu diye bakıyordu.

Elimle bir anda kalbimi yokladım çünkü artık bu hallere o bile dayanamıyordu. "Ciddi misin?" sesim heyecandan kısık ve titrek çıkmıştı. Eğer bu bir rüya ve Gölge benim hayal ürünüm ise bırakın da ben sonsuza kadar bu rüyadan uyanmayayım. O gerçekte kalbi çok güzel ve sevgisi muhteşem bir adamdı. Onun gibi adamlara ihtiyacı vardı dünyanın.

"Evet." dedi beni onaylayarak. "Yoksa beğenmedin mi? "diye sordu kaygıyla. "Hani sen hep o pencereye bakıp derdin ya önü bomboş, bir çiçek koyalım diye," hala hayranlıkla yüzüne bakıp cümlesinin devamının gelmesini sabırsızlıkla bekliyordum. "Ben çiçek koymak istemiyorum, ben oranın baş ucuna seni koymak istiyorum sevgilim. Ben çiçeğe değil, hergün sana bakıp gülümsemek istiyorum. Biliyorum çiçekler bir gün solar, ama sen... Sen sakın solma. Kalbini de hiç kimse için soldurma, hep böyle güzel tut. Olur mu?"

"Beğenmemek mi?" diye sordum titremesine mani olamadığım sesimle. Bana kurduğu cümleler dengemin şaşmasına, gözlerimin sulanmasına neden olmuştu. "Gölge bu... Bu çok özel." ah şu kelimeler yok muydu şu kelimeler... Olması gerektiği yerde çıkmıyordu ağızdan. "Ben... Ben ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Senin bana kurduğun o cümlelerden sonra gerçekten ne söyleyeceğimi bilmiyorum." sesim deli gibi titriyordu.

"Bir şey söyleme zaten." dedi sulanmış gözlerime bakarak. "Bana minnetle bakasın diye de yapmadım ben orayı. Orayı sadece seninle benim özel bir alanımız, bir şeyleri paylaştığımız köşemiz olsun diye yaptım. Ben ikimizi için yaptım orayı. Sadece ikimiz için."

KRİZANTEM | TEXTİNG Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin