39. Bölüm:
20 Ağustos
Cemre'den
Telefonuma mesaj gelince heyecanlandım ama mesajı açınca biraz hayal kırıklığına uğradım. Ben Matt'ten bekliyordum, mesaj Ulaş'tandı. Bana bir ses kaydı göndermiş. Kulağımda kulaklık olmasının verdiği rahatlıkla açtım. Bir daha mesaj geldiğinde daha tam başlamamış olan ses kaydını durdurup ne yazdığına baktım. Bu bizim şarkımız olsun J
İçinde şarkı olduğunu öğrendiğim ses kaydını baştan açtım.
Somepeoplehaveto learn
Some people, but not me
Some people have to fight
Some people don't believe
I'm a champion
Şarkı bu şekilde devam ediyor ve biz tam olarak uyuyordu. Yani bir bakımdan. Şarkının sözleri bile egoistti. Şampiyon? İşte o benim. Ama melodisi falan çok güzeldi. Şarkı istemsizce ağzıma takıldı.
Bence de bize çok uygun ;)
Şarkıyı baştan açıp elimle bacağımın üzerinde ritim tutmaya başladım.
"Ne dinliyorsun?" diye sordu Ceren.
"Adını bilmiyorum. Ulaş atmış ama çok hoşuma gitti. Dur, sana da atayım. Sen de dinle."
Ceren'e de attım aynı şarkıyı ama o daha dinleyemeden salona vardık. Bugün Polonya ile yarı finalin ilk maçına çıkacaktık. Polonya hem yorgun hem de zayıf bir takımdı. İyi organize oluyorlardı, Küba'yı da bu sayede elemişlerdi ama onların Küba'yı elemesi, bizim Fransa'yı elememizden daha zor olmuştu. Dolayısıyla bizden daha yorgun bir takımdı Polonya. Ayrıca oyuncuları o kadar güçlü değildi. Yani işin yenemeyeceğimiz bir takım değil.
Ve sanırım Ulaş'a verdiğim sözü tutuyordum. Kızların hepsi, Polen ve Cemre dışında, yeneceğimize inanıyordu. Polen'in bir düşüncesi, tepkisi yoktu. Ceren ise sahaya çıkmadan hiçbir şey demememiz gerektiğine inanıyordu. Buğra bugün bir kez daha dedi; kimseyi kendi bataklığına çekme, diye. Ne demek istediğini anlamıyordum. Ben bataklıkta değildim ki! Ayrıca kimseyi de çekmeye falan çalışmıyordum. Benim tek amacım turnuvada şampiyon olabilmekti.
Düşüncelerden sıyrılmak istercesine başımı iki yana salladım. Buğra'nın söylediklerini düşünmeyi bir kez daha erteledim. Şimdi ısınmam gerekiyordu.
Her şey hazır olduğunda adlarımız okunup sahaya çıktığımızda kızlara baktım. Hepsinin kazanmak istediği ilk defa bu kadar belli oluyordu. Polonya milli marşı okunurken ben de istemsizce gülümsedim.
Dikkatli ol Polonya!
*******
"Böyle kızlar. Bundan sonraki maç daha zorlu olacaktır ama bu oyunu oynadığımız sürece sorun yok. Böyle devam kızlar."
Şu anda şefin söylediklerini algılayamayacak kadar mutluydum. Yarı finalin ilk maçını kazanmıştık. Hem de 3-0'la.
Kazanacağınızı düşünmek farklıydı, kazanacağınıza inanmak farklı. Kazanmak ise bambaşka bir şeydi. Ben hiçbir turnuvaya bu kadar önem vermemiştim ve bu turnuvada kazandığımız tek bir sayı bile beni o kadar mutlu ediyordu ki!
Bu turnuvanın efsane olacağını biliyordum. Yarı final, yarı finalde ilk maç, Buğra gibi bir dostluk, Ulaş gibi bir abi ve Matt... Bu turnuva hayatım boyunca hatırlayacağım şeylerin başında geliyor.
Otele döndüğümüzde Ceren ile sırayla duşa girdik. İkimiz de çıkıp saçımızı taradığımızda Ceren'e dünkü filmi unutturmak için romantik bir film açtık. Filmin ortalarına doğru telefonum çalınca Ceren filmi durdurdu. "Kim arıyor?"
"Başak," dedim telefon ekranına bakarak. "Allah Allah, bir şey mi oldu acaba?"
"Bilmiyorum, aç bakalım."
Telefonda Başakla 5 dakika kadar konuştuktan sonra içime öküz oturarak kapattım telefonu.
"Ne olmuş?" diye merakla sordu Ceren.
Sıkıntıyla iç geçirdim. "Zenit Kazan... Resmi bir teklif yapmış. Sözleşme fesih bedelini karşılamayı da içeren yüklü bir teklif."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
7 Numara (Matthew Anderson Fanfiction)
FanfictionGörme engelliler yardım amaçlı düzenlenen bu turnuvada hayatımın en büyük korkusuyla 5. kez karşılaşacağımı kim tahmin edebilirdi ki? Bir karar vermem gerekiyordu ve ortada iki büyük seçenek vardı. Ve ben neyi seçeceğimi bilmiyordum. Seçimimin bana...