14

818 34 42
                                    

7 Numara

14. Bölüm:

Karşımda Anderson vardı, daha bugün başkasından uzun süredir hoşlandığını söyleyen çocuk, ve beni sevdiğini söyleyen, en büyük hayalimden birinin gerçek olmasını sağlayabilecek ama yıllardır bana acı çektiren Yiğit'e bir cevap vermem gerekiyordu. Belki de bu sefer iki hayalim aynı anda gerçek olabilirdi, ha?

Ya da olmazdı, mutlaka bir şey çıkardı ortaya. Hem daha bugün aklım allak bullak olmuştu Anderson'ın sorusuyla. Üstelik ben Yiğit yüzünden çok acı çekmiştim. Uzun bir süre doğru bir karar alıp almadığımı sorgulamıştım.

Ama Yiğit'e ne diyebilirdim ki? Allah razı olsun mu? Sağol mu? Teşekkür ederim mi? Ben seni sevmiyorum mu? Ne diyebilirdim ki! Yiğit'le 5 yılı birlikte geçirmiştik ki az bir zaman değildi. Geçmiş öyle kolayca silip atabileceğiniz bir şey değildi ve anılar canınızı acıtırdı. Yiğit benim geçmişin bir paçası, anılarımın çoğuydu. Onunla o kadar çok anım vardı ki bunları unutmaya kalksam neredeyse yeni doğmuş bir bebeğe dönerdim.

"Bak..." dedi telefondan Yiğit. "Biliyorum aradan uzun zaman geçti. Ama ben böyle olmasını istemezdim-" Sinirle lafını böldüm. "Böyle olmasını sen istedin Yiğit. Ben sana sinirlenince bile voleybol oynayan biriydim. Bana böyle bir seçim yaptırmaman gerekiyordu."

"Biliyorum. Üzgünüm. Hiçbir şeyi değiştirmeyecek ama yine de özür dilerim. Ama bence hiçbir şey için geç kalmadık." Anderson'ın gözlerinden hızla çektim gözlerimi.

"Yiğit..."

"Tamam, şu anda Türkiye'de değilsin, Londra'dasın ve oyununa konsantre olman lazım. Senden böyle bir zamanda böyle bir karar vermeni istemem bencillik olur. Dönünce yüz yüze konuşuruz." Anderson'a çaktırmamaya çalışarak bir 'oh' çektim. Önümde düşünmek için uzun bir zaman olacaktı ve rahatlayabilirdim.

"Cemre?"

"Efendim?"

"İyi misin? Yani gerçekten iyi misin? İyileşmiş gözüküyordun." Aynı anda Yiğit'in annesinin ölümünün bir kaç gün öncesinde olduğunu anladım. Yiğit benim canımın yanmasına dayanamazdı. Ve açılan yaralar, onları hep kendisi sarmak istemişti.

Anderson'ın yarama merhem sürmesi aklıma gelince utanarak Anderson'a baktım. Hala kaşları çatık bir haldeydi. Ama bu sefer bana bakmıyordu, tam karşıya bakıyordu. Bir anda kafasını çevirince göz göze geldik. Utanarak hemen bakışlarımı kaçırdım.

"Cemre?" Yiğit'e cevap vermeyi unutmuştum.

"Ah, evet. İyiyim, sağol. O kadar da önemli bir şey değil."

"Emin misin? Ondan önce de hastaydın?"

"Ah, bilirsin, kansız kaldım biraz. Şekerim düşmüştü. O kadar da önemli değildi."

"Sen doğru düzgün yemek yemiyor musun? Ceren sana bakmıyor mu?" diye kızgın bir ses tonu ile sorunca gözlerimi devirdim.

"Yiğit, senle ben, biz değiliz. Endişeni anlıyorum ama bana kızamazsın." dedim bunun canını acıtacağını bildiğim halde. Belki de yılların hıncını çıkartıyordum. Ne yaptığımı, neden yaptığımı bilmiyorum.

"Böyle söyleme."

"Daha klişe olan bir şey söyleyeyim Yiğit; gerçekler acıtır."

"Cemre..." Sinirlenmiştim. Adımı ondan duymak eskisi gibi hissettirmiyordu.

"Efendim Yiğit?"

"Ben gerçekten seni sevdim. Sen de beni gerçekten sevmiştin değil mi?" Al işte. Aynı gün içinde ikinci kez bu soru. Oysa bu soru kararımı açıklamış olacaktı.

7 Numara (Matthew Anderson Fanfiction)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin