"Yiğit pişmanmış," dedim. Anderson'ın canını yakmak istiyordum ama yanmayacağını biliyordum. Başkasına aşık biri en çok bana acıyabilirdi. "Belki de onu affetmeliyim. Hem beni gerçekten sevmişti." Bir şey demedi ama ben devam ettim. "Bugün ona sarıldığımda anladım ki ben Yiğit'i sevmişim, gerçekten sevmişim." Yine bir şey demedi. Alayla konuşmaya devam ettim. "Söylesene aşk doktoru, onu affedersem canımı yakacak mı? Senin acıttığın kadar acıtır mı?"
"Canını acıtmak istemiyorum ama bu canını daha çok acıtıyor," dedikten sonra derin bir nefes aldı. Söyledikleri karşısında afalladım. "Bu yüzden her şey daha da zorlaşıyor."
Anlamadan ona baktım, o dolunaya bakmaktaydı. Yaptıklarının, söylediklerinin mantıklı bir açıklaması olmalıydı. Bu dengesiz herifin düzgün bir açıklaması olmalıydı.
Her ne kadar bu açıklamayı merak etsem de kendime engel olup sormadım. Onun gibi ben de dolunayı seyretmeye başladım. 28 günde bir çıkardı dolunay. Küçükken, Mersin'de evimizin balkonundan bakınca görürdüm bulut yoksa tabii. Denizin üstünde yükselirdi, eğer sahilde yürürseniz, ki o zamanlar sahil gerçekten kötüydü, denizde oluşan mehtapları seyredebilirdiniz. Yazları Ceren ile beraber balkonda yatardık, sinekler işin kötü yanıydı tabii. Bütün bu hayallerimizi o gecelerde kurmuştuk. O yüzden dolunayın bende ayrı bir yeri vardı. Ilk ay, hilal falan da güzeldi ama dolunayın yeri ayrıydı.
Yine de dolunayın aşka benzetilmesini garipsememiştim. Hatta haklı bulmuştum; 28 günde bir, o da bulutlar yoksa görülebilen bir şeydi. Yani çok nadir ortaya çıkan bir şeydi ve sen anca şansın varsa onu görebiliyordun. Ve sahte ışıklar onun parlamasına izin verirse.
Ve tabii nefret ona en yakın duyguydu, kutup yıldızı gibi.
Sonunda sessizliği bozan o oldu. "Yiğit'i affedecek misin?" Yiğit'i affetmeyeceğimi söylemiştim ama bunu Anderson' ının bilmesini istemiyordum. "Belki."
"Yıldız kaysa keşke," dediğinde gülümsedim. "Eğer dilek dilemek istiyorsan yıldız kaymasını bekleme."
"O zaman mutlu bir hayat istiyorum," dediğinde 'onunla' diye eklemesini bekledim, bekledim, bekledim ama eklemedi. Birbirimize başımı çevirdiğimizde...
Çok...çok yakınımdaydı.
Gözlerim dudaklarına kaydığı anda...
Olanlar oldu, gözlerimi kapadım ve o an üstümüze düşecek dolunay ile ölmeyi diledim. Ama öyle bir şey olmadı.
Ona karşılık vermeye başladığımı dudaklarımın üstünde gülümsediğinde fark ettim. Üst dudağım dudakları tarafından sömürülürken bana acıdığı için öpmediğinden emindim. Belki de o kadını unutmaya çalışıyordu ama kesinlikle bana acımıyordu.
Çünkü çok... tutkulu öpüyordu. O beni öperken ya da biz böyle öpüşürken dünyanın durduğunu hissettim, en azından benim için. Artık dönen dünya değil, başımdı.
Yaptığımız şeyin yanlış olduğunu bilmeme rağmen durmak istemiyordum. Bir daha Anderson'ın yüzüne bakamayacağımı bilmeme rağmen durmadım.
Elleriyle yüzümü tutarak büyük bi açlıkla beni öperken ben bir elimle saçıyla oynamaya başladım. Saçları öpüşünün aksine yumuşaktı.
Sonra geri çekildim. Alnını alnıma yasladı. İkimizde hızlı hızlı nefes alıyorduk. Gülümseyince gülümsedim.
Bir insanın bu kadar güzel gülümsemesi mümkün müydü?
"Gözlerin tek bir taneymiş gibi gözüküyor, " dedim kıkırdayarak. "Ama böyle bile güzel."
"Normalde asla söylemeyeceğin şeyleri söylüyorsun, sarhoş musun?" dediğinde evet, aşk sarhoşuyum diye bağırmak istedim ama ondan önce başka bir şey vardı; beni nasıl bu kadar iyi tanıyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
7 Numara (Matthew Anderson Fanfiction)
FanfictionGörme engelliler yardım amaçlı düzenlenen bu turnuvada hayatımın en büyük korkusuyla 5. kez karşılaşacağımı kim tahmin edebilirdi ki? Bir karar vermem gerekiyordu ve ortada iki büyük seçenek vardı. Ve ben neyi seçeceğimi bilmiyordum. Seçimimin bana...