7 Numara
16. Bölüm:
Tamam, şu anda yapmam gereken şeyin ne olduğunu çok iyi biliyorum ve nasıl yapılacağını da. Hayatım bunu yapmakla geçmişti; sorularlardan kaçmak.
İşe duşa girerek başladım. Ceren duştan ilk çıktığında ağzını bile açmamasını söyledim, çünkü hiçbir şey duymak istemiyordum.
Aptal değildim, Anderson'ın benden bahsettiğini biliyordum, hırsla ilgili yaptığımız konuşmayı hatırlıyorum. Hayatımda çok önemli bir yere sahip birisi, demişti Anderson. Ama bunları düşünmeyecektim.
Duştan sonra saçlarımı kuruturken Ceren beni şaşırtarak sessiz kaldı. Bu alışıldık bir şey değildi, Ceren geveze biriydi. Şu ana kadar hiçbir şey sormadan, söylemeden durmuş olması bir mucizeydi. Saçlarımı kuruttuktan sonra hızlıca ördüm ve sağ omzuma bıraktım. Ceren telefonuna bakıp gülümsüyordu. Kimle konuştuğunu anlamak o kadar da zor değildi herhalde?
Ceren'i kendi haline bırakarak yaklaşık bir hafta önce başladığım kitabımı elime aldım; Tanrı Küçük Günahları Affeder. Kitabın akışına kendimi bırakırsam düşünmezdim, eğer düşünmezsem hiçbir soruyla yüzleşmezdim. Sorularla yüzleşmek ürkütücüydü, onlara cevap bulamazdım. Anderson'ın yaptığı hiçbir hareketin mantıklı bir açıklaması yoktu. Önce birinden uzun süredir hoşlandığını söylemişti ki, iki hafta uzun bir süre değildi. Sonra beni öpmüştü, bunu hatırlamak tenimi yakıyordu. Ve sonra da hayatında önemli bir yere sahip olduğumu dile getirmişti kameralar önünde. Bu çocuğun derdi neydi? Ne yapmaya çalışıyordu?
Aklıma gelen sorularla kitabın beni kurtarmadığını anlamıştım. Bu yüzden ben de annemi aradım. Burada saat öğleden sonra ikiydi, bu da Türkiye'de saatlerin dördü gösterdiğini gösteriyordu.
Karşı taraftan annemin, tanıdık, özlem dolu sesi gelince gülümsedim. "Alo? Kızım?"
"Anne? Nasılsın?"
"Ah, kızım, iyiyim ben. Asıl sen nasılsın?"
"İyiyim anne. Yaşayıp gidiyoruz işte."
"Ona nasıl söz? Sıkıldın mı oralarda? Ayy, sen özlemişsindir şimdi buraları. Bak Türkiye'ye dönünce direk Mersin'e geliyorsunuz, tamam mı?" Böyle uzayıp giden yarım saatlik bir konuşmanın ardından veda sözcükleri ile konuşmayı bitirdik. Ardından babamla da her zamankinden daha uzun bir konuşma yapmıştık, babamın sesi normalde olduğundan daha mutlu geliyordu. Onu mutlu eden şeyin ne olduğunu merak ettim ve buna odaklanmaya çalıştım.
Belki de yeni bir iş teklifi almıştı ya da uzun zamandır istediği arabayı alabilecekti. Belki de annemle barışmışlardı ya da hayatında yeni biri vardı. Belki de sadece ben aradığım için mutlu olmuştur? Kim bilir-
Düşüncelerimi bölen telefonun ısrarla çalmasını fark etmem olmuştu. Ekrana baktığımda Yiğit'in adını gördüm ki bu beklemediğim bir şeydi. Şaşkınlıkla telefonu açtım.
"Yiğit?"
"Merhaba. Nasılsın?" Yiğit sesini bile duymak kaçtığım bazı soruların gün yüzüne çıkmasına neden olmuştu. Annesi benim yüzümden mi ölmüştü? "İyiyim, sağol sen?"
"Ben de iyiyim." Kısa bir duraklama. "Ben Londra'yım."
"Ne?!" diye aşırı tepki gösterirken kendime engel olamadım. Londra'da mıydı? Gerçekten o gün bunu mu kastetmişti?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
7 Numara (Matthew Anderson Fanfiction)
FanfictionGörme engelliler yardım amaçlı düzenlenen bu turnuvada hayatımın en büyük korkusuyla 5. kez karşılaşacağımı kim tahmin edebilirdi ki? Bir karar vermem gerekiyordu ve ortada iki büyük seçenek vardı. Ve ben neyi seçeceğimi bilmiyordum. Seçimimin bana...