Komutan Justus Lisentus'a geleli 3 yıl olmuştu. 3 yıldır Prens Tavian ile eğitimlerine devam ediyorlardı. Prens Tavian 'ın, Komutan Justus' u kovmayışına herkes çok şaşırmıştı. Tam olarak bu olsun istiyorlardı ama şaşırmışlardı işte.
Prens Tavian artık eskisi gibi soğuk ve içine kapanık değildi. Hala insanlarla samimiyet kuramasa da en azından çabalıyordu. Herkes, Justus'un onun sadece savaş alanında eğitmeni olduğunu sanıyorlardı ancak yanılıyorlardı. Justus 3 senede Tavian'a hayatın her alanında yeni şeyler öğretiyordu. Eskiden sanat sevmeyen Tavian, Justus 'un yaptığı tabloları gördüğünde onu izlemek istediğini söylemişti.
Justus için sanat bir tutkuydu. Üniformasının yerini eski boyalı kıyafetlerinin alışını, boyama yaparken farklı renkler elde edişini ve arada esen hafif rüzgarın tenine verdiği özgürlük hissini çok seviyordu. Tavian onun sanata olan tutkusundan da çok etkilenmişti. Bir insan hem savaşta bu kadar yetenekli hem sanata bu kadar bağlı olabilir miydi?
Tavian ile Justus zaman geçtikçe bir eğitmen ve bir öğrenci olmaktan çıkmışlardı. Eskiden kimseye bir şey anlatmayan Tavian, Justus 'a kütüphanedeki kitaplardan öğrendiklerini anlatmak için saat sayıyordu.
Justus bilimle Tavian kadar alakalı değildi. Tavian' ın kitaplardan öğrendiği deneyleri ona anlatışını seviyordu. Yeni şeyler öğrenmiş oluyordu. Ve Tavian dinlenildiğini bilerek bir şeyler anlatırken küçük bir çocuğa dönüşüyordu. Onu böyle izlemek Justus 'u çok mutlu ediyordu.
Tavian artık gözleri kapalı 3 oku aynı anda atarak hedefleri tutturabiliyordu. Artık aynısını hareketli hedefleri vururken de yapabiliyordu.
15 yaşındaki at binişi ile 18 yaşındaki at binişi de kesinlikle aynı değildi. İlk at binme derslerinde de Justus 'u geçmek adına daha hızlı sürmüş, at yolda tökezleyip düşünce Tavian ayağını incitmişti. Şimdiyse ata elleriyle tutunmadan biniyor, at üstünde ok atıyor ve hedefi hep tutturuyordu.
Justus' tan bilmediği bir sürü savaş stratejisi öğrenmiş, dünya haritası üzerinde pratikler yapmışlardı.
Savaş tarihi kitaplarını Tavian, sesli bir şekilde Justus'a okuyor, bazı olayları tartışıyorlardı.
Justus 'un her sene 1 aylık izni oluyordu. İzin günlerini Justus, Starliçe' ye kardeşinin yanına giderek değerlendiriyordu. Starliçe 'de olduğu zamanlarda Tavian onu gerçekten çok özlüyordu. Elinden gelse bu izni iptal ettirirdi. Biraz bencilceydi ama onun hayatındaki tek kişi Justus' tu ve onsuz ne yapacağını bilemiyordu. Bir ay onun için bir yıl gibi geçiyordu.
Starliçe'ye giden Justus için de durum çok farklı değildi aslında. Gündüzleri kardeşinin yanında olmayı ne kadar sevse de, geceleri tek başına kaldığında aklına Tavian 'ın onsuz ne yaptığı geliyordu. 3 senede Justus ona hayatındaki her şeyden daha çok alışmıştı. İzin günleri bitişinde Lisentus' a büyük bir heyecanla dönüyordu. O hasret kaldığı mavi gözleri görünce dünyadaki tüm sesler susuyordu.
Tavian o geldiği gibi yoğun bir program hazırlıyor, neredeyse yorgunluktan ölene kadar ders yapmak istiyordu. Justus onun bu hallerine gülüyordu.
Justus çoğu akşam saraydan çıkıyor krallıkta geziniyordu. Bazen sadece gezinmek bile onu mutlu ediyordu. Bazen krallık eğlencelerine katılıyordu. Bazen de meyhanelere gidiyordu.
Bir gece yine saraydan çıktı Justus. Caddelerde gezinirken meyhanenin kapısında bağırışlar ve kahkahalar duydu. İçeri girip her zaman oturduğu masaya oturdu ve içki siparişi verdi. Bu sırada hep meyhanede gördüğü adamların kahkahalarını duydu tekrardan. Daha önceden birkaç kez sohbet etmişlerdi bu yüzden yanlarına gitme kararı aldı. Adamlardan biri,
"Haha güya Kral olacak! Keşke öz oğlu Bertus olsaymış Kralın, onun gibi bir oğlu olduğu için utanıyordur!"
Başka bir adam devam etti,
"Çocukken çok kibirli, acımasız biriydi. Şimdiyse bir Prensesten farksız olmuş! Ağladığını görenler bile varmış onun!"
Justus duyduklarına inanamıyordu. Yürüyüşünü hızlandırdı onlara doğru. O sırada başka adam,
"Keşke daha fazla büyümeden ölse! Biz daha iyi bir Prensi hak ediyoruz!"
"Kral Marcius onu bir sonraki seferine yanında götürecekmiş diye duydum! Dua edelim de geri dönemesin!" dedi başka biri
Justus'un sinirden elleri titriyordu. Adamların yanına gelmişti şimdi. Direkt söze girdi,
"Utanmıyor musunuz meyhane köşelerinde Prens Tavian'ın dedikodusunu yapmaya!!!"
Adamın biri söze atıldı,
"Sana ne kardeşim, istediğim kişinin dedikodusunu yaparım sen kim oluyorsun da küçük ağlak Prenses'i koruyorsun!?"
Justus ağzını açtığı anda başka bir adam,
"Yoksa o küçük Prenses' e aşık olanlardan mısın sende?"
Justus için bu son damlaydı. Adama geçirdiği yumrukla adamın yeri boylaması bir oldu. Masadaki diğer adamlar aniden ayağa kalktılar ve biri Justus'a yumruk attı. Justus sendelese de ona daha güçlü vurdu. Birkaç adamı yere yıktıktan sonra 5-6 adam ona doğru gelmeye başladı. Daha önceden devirdiği adamlar da kalkmıştı şimdi. 2 adam onu yere yatırıp ardı ardına yüzünü yumruklamaya başladılar. Justus ne kadar hamle yaparsa yapsın kurtulamıyordu. Birden fazla adam aynı anda saldırıyordu. Meyhanenin sahibi adamları Justus'un başından almaya çalışsa da başarılı olamadı. En son çareyi bağırmakta buldu meyhane sahibi,
"BİRAZ DAHA ONA VURMAYA DEVAM EDERSENİZ KELLENİZDEN OLACAKSINIZ BEYLER!!! "
Kimse dikkate almadı bu uyarıyı. Meyhaneci bir kere daha bağırdı,
"KİME SÖYLÜYORUM SİZİ SALAKLAR!!! O, 7 DİYARIN KOMUTANI, KOMUTAN JUSTUS!!!"
Bir anda herkes durdu. Adamlar şok olmuştu. Meyhaneci devam etti,
"Kral bu meyhaneyi kapattırma emri bile verebilir siz ne yaptığınızın farkında bile değilsiniz!! Komutan 'ı neyle suçladığınızın da!!"
Adamlar kendilerine çeki düzen verip Justus' u bıraktılar. Justus,
"Bana vurduğunuz için değil, Kralın biricik oğlunun dedikodusunu yaptığınız ve onu asılsız şeylerle suçladığınız için emin olun cezasını çekeceksiniz!"
Ve sonra meyhaneden çıkıp gitti Justus.
Yolda yürürken saray halkına ne diyeceğini bilemedi. Yüzünün halini nasıl açıklayacaktı? Ne diyecekti onlara? Eğer gerçeği söylerse Tavian çok üzülürdü. Eskiden onun hiçbir şeyi önemsemediğini düşünürdü oysa Tavian 'ın her şeyi kendine nasıl dert ettiğini fark etmişti Justus. Ancak doğruyu söylemezse adamlar yeterince ceza almazlardı. Kral bunları önemsiz bile bulabilirdi. Bu düşünceler içerisinde sarayın yolunu tuttu.
Dudağından akan metalimsi tadı alıyordu, kaşından yanağına akan sıcak sıvıyı da elinin tersi ile sildi. Kimse onu görmeden odasına gitmeyi amaçlayarak sarayın bahçesinden geçiyordu ki biri ona seslendi,
"Komutan?" bu ses o gece karşılaşmak isteyeceği son kişiye aitti, Tavian 'a. Justus duymamış gibi yürümeye devam etti. Bu açıdan yüzünü görmemiş olmalıydı. Tavian, bir kere daha seslendi,
"Komutan Justus? Duyuyor musunuz? Nereye böyle?" diyerek yanına yürüdü Tavian.
Justus durmak zorunda kalmamak için içinden dua ediyordu. Ancak Tavian 'ın onu böyle bırakmayacağını adı gibi biliyordu. Tavian tekrardan,
"Size durmanızı emrediyorum!" dedi güçlü sesiyle.
Justus durmak zorunda kaldı. Önünü dönmeden cevap verdi,
"Prens Tavian acelem var kusura bakmayın sabah derste görüşürüz."
Tavian' a bu tavrı çok şüpheli geldi ve,
"Neden yüzüme bakmıyorsunuz Komutan?"
"Prens 'im acelem var, gerçekten kusura bakmayın"
"Size bana bakmanızı emrediyorum!" dedi Tavian.
Justus 'un başka çaresi kalmamıştı. Yavaşça önünü döndü. Hafif vuran ay ışığı yüzünü açığa çıkardı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lisentus Kingdom
Fanfiction"Başka bir evrende yeniden başlama imkanımız olsaydı eğer. Yeniden sana aşık olmak, yeniden senin için ölmek isterdim"