"Tanrı aşkına Justus, neler oluyor dışarda?!! Ne diyorlar yine??! Neyimi beğenmemişler??!!! "
Tavian çok sinirliydi. Tam da törenin ortasında ellerine taş, sopa ne buldularsa alıp gelen kızgın bir halk vardı. Tören resmi olarak tamamlanamamıştı. Katılan hiçbir konuğun can güvenliği kesin olarak sağlanamadığı için daha sonraki bir tarihe ertelenmişti. Tavian sorduğu soruya devam ederek,
"Söyle hadi ben de bileyim. Benim koltuğu hak etmediğimi mi düşünüyorlarmış?! Yoksa beni yeterli mi görmüyorlarmış?! AAA bak daha iyisini buldum. Onlara layık değilmişim değil mi?!"
Justus onu sakinleştirmek adına,
"Tavian, lütfen oturur musun?"
Tavian duymamış gibi devam etti,
"Bir gün... "
Nefes alarak alnını ovaladı Tavian. Ardından,
"Sadece tek bir gün bile benim hayatımı yaşayamazlar... SADECE TEK BİR GÜN BİLE BEN OLMAYI KALDIRAMAZLAR!!!"
Ardından önce sinirli sonra kırgın bir şekilde devam etti,
"Çünkü ben olmak demek, herkesten uzak yaşamak demek. Ben olmak demek, sürekli eleştirilmek demek. Ben olmak, hata yapma şansının olmaması demek..."
Sesi titredi Tavian'ın ve devam etti,
"Çünkü ben olmak demek, asla kendin olamamak demek. Ömrünün sonuna kadar tanıdığın veya tanıyacağın herkesin senin hayatın üzerinde söz hakkı olması demek. "
Dolu gözleri ile Justus'a baktı,
"Çünkü ben olmak demek, mutlu olamamak demek. Aşkının elinden tutup herkesin içinde göğsünü gere gere 'seviyorum' diyememek demek."
Justus ona sarıldı. Tavian'ın üzerinde büyük bir heyecanla giydiği, günlerce uğraşılan tören takımı vardı. Beyaz, Tavian'a ne kadar da çok yakışmıştı.
Bu durum yüzünden Justus biraz da kendini suçluyordu. Son zamanlarda büyücüsüydü, halkıydı sürekli daha önce hiç çıkmadığı kadar sorun çıkıyordu. Justus'un elinden hiçbir şey gelmiyordu. Ama tanrıya şükür hiçbir dedikodu onlarla ilgili değildi. Yine eski dedikodulardı. Fakat Justus böyle bir günde bu kadar büyük bir sorun olacağını düşünmemişti hiç.
O barda laf eden adamları öldürtmüştü ama kimsenin çenesinin kesildiği yoktu. Aksine o adamların barda tanıdığı başka adamlar, ölmelerini Justus'a bağlıyorlardı. Justus her ne kadar elini bulaştırmadan işini hallettiği için aradaki bağlantının bulunmayacağını sansa da bu doğru değildi. Adamlar en son onları Justus ve Prens ile ağız dalaşında gördüklerini ve bu yüzden öldüklerini söylüyorlardı. Justus olanlar yetmez gibi bir de bunun kralın kulağına ulaşmasıyla uğraşacaktı.
Elinden gelen tüm önlemleri de alsa hiçbir düzen sağlayamıyordu işte. Her şey onu büyüye yöneltiyordu. Ayrıca Julio'nun uyarı niteliği taşıyan mektubunu hatırlıyordu. Kendisini büyü alanında geliştirmesi gerekiyordu, her an her şey gerçekleşebilirdi ve Justus silahsızdı bir büyücünün karşısında. Büyü öğrenmesi için bir büyücüye ihtiyacı olması da başka bir ironiydi. Tanıdığı tek büyücü kendini onun için feda etmişti. Tüm bunları düşünürken taht odasında Tavian'ın fısıltısı yankılandı,
"Bana seçim hakkı verilseydi, bu hayatı sadece senin için yaşardım Justus. Sadece senin için katlanırdım."
Justus, onun dolu dolu olan gözlerine bakarak derin bir nefes aldı. Ve ona sıkıca sarıldı. Ardından,
"Senin için katlanamayacağım şey yok güzelim..."
Ve hemen ardından taht odasının kapısı büyük bir gürültü ile açıldı. Kral, kraliçe, prensesler ve Bertus gelmişti. Tavian ve Justus anında ayrıldı ancak odaya ilk giren kişi Bertus'du. Sarıldıklarını görmüştü. Yine de bir şey demedi. Tavian hariç tüm kraliyet üyeleri tahtlarına oturduktan sonra Justus her kraliyet üyesine tek tek selam verdi. Ardından kral,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lisentus Kingdom
Fanfiction"Başka bir evrende yeniden başlama imkanımız olsaydı eğer. Yeniden sana aşık olmak, yeniden senin için ölmek isterdim"