Akşam olup güneş yerini aya bıraktığında, şehrin gürültüsünden uzak olan evin bahçesinde evli çift yıldızları izliyordu.
Yoongi sert viskisini yudumlarken, Jungkook'un elinde büyük bir kadehte böğürtlen şarabı vardı. Sessizce içkilerini yudumluyorlardı. Konuşacak dünya kadar şey varken kelimeler bir bir buharlaşıp, gökyüzünde kaybolmuş gibi ikisi de konuşmuyordu. Jungkook'un alkolden mi yoksa okyanustan esen serin rüzgardan mı bilinmez yanakları kızarmıştı. Ama Yoongi karanlıkta zar zor görüyor olsa da eşinin burnunun da biraz kızardığını gördüğüne emindi, bu nedenle üşüdüğünü düşündü.
"Üşüdüysen içeri geçebiliriz. Hasta olmanı istemem." Dediğinde Jungkook yüzünde küçük bir tebessümle kafasını yavaşça olumlu anlamda salladı. Gerçekten de biraz üşümüştü.
"Olur, birkaç yudumum kaldı. Ondan sonra birlikte içeri geçeriz." Deyip elindeki kadehi Yoongi'nin görebileceği bir şekilde yukarı kaldırıp, içinde çok az şarap kalmış kadehi görmesini sağladı.
"Pekala, nasıl istersen." Dedikten sonra Yoongi bardağında kalan son viski yudumunu da midesine gönderdi. İkisi de sarhoş değildi fakat duygularını gizleyebilecek kadar ayık olmadıkları da su götürmez bir gerçekti. Biraz alkol cesareti ikisine de zarar vermezdi, değil mi?
Jungkook son yudumunu da aldığında aynı anda ayağa kalktılar ve yavaşça içeriye adımladılar. Jungkook Yoongi'nin elindeki bardağı da alıp mutfağa ilerlediğinde Yoongi de şömineyi yakmak için büyük, ahşaptan yapılma sehpanın üzerindeki kibrit kutusunu eline aldı. Kibriti yakın önceden odunlarını koyduğu şömineye attı. Odunlar hızla tutuşup çatır çutur sesler çıkarmaya başladığında Jungkook da salona adımını attı. Kendini yavaşça koltuğa bıraktığında Yoongi de yanına kuruldu. Ne yaşamış olurlarsa olsunlar, onlar iki aşık ruhtan fazlası değildi.
Ateşin loş ve turuncu ışığı Jungkook'un esmer tenini öyle güzel aydınlatıyordu ki Yoongi gözlerini eşinden alamıyordu. Yoongi'nin sırılsıklam aşık olduğu bakışlarından bile belliydi. Jungkook eşine baktı ve tebessüm etti. Ardından sağ eliyle eşinin soluk tenine tezat bir şekilde alkolden mi, yoksa az önce dışarıda üşümesinden mi kaynaklı bilinmeyen kızarık yanağını kavradı.
"Seni sevmediğimi söyleyemem çünkü seni düşündüğünden bile çok seviyorum Yoongi. Bir sürü hata yaptım ama söz veriyorum, hepsini telafi edeceğim." Dediğinde Yoongi tebessüm etti ve yanağındaki eli tutup avuç içine kocaman bir öpücük kondurdu.
"Biz bir çiftiz Jungkook, bu hataları tek başına yapmadın. Ne yaptıysak birlikte yaptık bu nedenle kendi üstüne çok gitme. Tüm sorunlarımızın üstesinden birlikte geleceğiz." Dediğinde Jungkook kocaman gülümsedi ve eşinin dudaklarına kendi dudklarını kapamadan önce "Birlikte," diye fısıldadı.
Bu öpüşmeyi şehvetten uzak, iki yaralı ruhun paylaştığı bir şey olarak nitelendirmek tamamen yanlış olurdu. Jungkook bu sefer emindi. Kocasını özlemişti, hem de her şeyiyle.
"Seni özledim." Nefes nefese söylediği bu iki kelimenin arasında çoktan eşinin ince belini kavramıştı. Yoongi vakit kaybetmeden eşinin kucağındaki yerini aldığında kıkırdadı.
"Ben de seni özledim Kook." Dediğinde Jungkook gülümsemesini gizleme zahmetine girmedi. Yoongi eşinin kıvrılmış dudağının kenarına bir öpücük kondurdu. Jungkook bu küçük buseden biraz daha cesaret alarak nazikçe Yoongi'nin buz mavisi kazağını üstünden çıkardı ve çok kısa bir süre eşinin üst bedenini inceledi. Yoongi hatırladığı gibi güzeldi. Teni beyaz, pürüssüz ve yumuşacık görünüyordu.
Yoongi'nin omuz başına bir öpücük kondurup boynuna doğru küçük ve ıslak bir yol izledi. Yoongi kasıklarından midesine kadar uçuştuğunu hissettiği kelebekler yüzünden hafifçe titredi. Jungkook'un dokunuşlarının ona böyle hissettirmesini özlemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mission: be a family + yoonkook
Hayran KurguMin Yoongi ve Jeon Jungkook için sıradan bir sabahta evin kapısı çaldı. Kapıya bakan Min Yoongi önce bir şey göremedi ve tam kapıyı kapatacakken sevimli bir kıkırtı duydu. Kafasını aşağı eğdiğinde ise bir bebek ile karşılaştı. "T-Tanrım..! J-Jungkoo...