Uyandığımda tanıdık bir yerdeydim ama burası Atina değildi. Hafızamı zorlayıp etrafıma bakındım. Nerede olduğumu çıkartamamıştım. Etrafı daha net görebilmek için ayağa kalkmaya çalıştığımda enseme dayanılmaz bir acı saplanmıştı. Yeniden kendimi yere bırakmak zorunda kaldım. Hemen yanımda Marcus hareketsiz yatıyordu. Başta ölmüş olduğu aklımdan bile geçmemişti ama sürünerek yanına gittiğimde içimi bir korku kapladı. Kollarında ve vücudunda derin kesikler vardı.
Zorda olsa kolumu kaldırarak onu dürtüklemeye başladım. "Marcus, uyan."
Ne dürtüklememe ne de konuşmama tepki vermişti. Hayır, ölmüş olamazdı. Ölmemeliydi. Daha sert dürtüklemeye çalışarak bağırmaya başladım. "Hadi uyansana Marcus ! " Kendimi tutamayıp ağlamaya başlamıştım. Göz yaşlarım yüzümü yakıyordu. Elimi yüzüme götürdüm. Bir kaç derin çizik vardı, kanayıp kanamadığını umursamadan biraz daha Marcus'a yaklaştım. Alnına yapışan saçlarını elimle geriye doğru itekledim. Vücuduna göre yüzü daha iyi bir durumdaydı. Sadece göz çevresinde ufak tefek çizikler vardı.
Sarsmayı denedim ama gücüm yetmemişti. Ölmüş olabileceğini aklım almıyordu. "Marcus lütfen uyan. Sana ihtiyacım var uyan lütfen.""Şu an seni duyamaz Tanrıça."
Korkuyla sesin geldiği yöne baktım. Hades, tanrısal formundaydı ama işin tuhaf yanı tanrısal formunda olması gerektiği kadar büyük değildi. Üstünde mor bir etek vardı. Biçimsiz ve şişman gövdesini kapatacak bir şey giymemişti. Ten rengi soyulmuş deri gibi kırmızı, göz bebekleri ise sinirlendiğini belli eden mor renge bürünmüştü. Kafasında en az gövdesi kadar biçimsiz iki tane boynuz vardı.
"Noluyor Hades ? Niye burdayız ? " Korku dolu bir sesle tanrıyı soru yağmuruna tuttum.
Bana doğru yürüdü. Hiç acele etmeden sorularımı cevapladı. "Ares sizi öldürmek üzereydi. Girdiğiniz tünelde sizi kıstırdı. Sen dengeni kaybedip düştün, Marcus sana yardım etmek için geri döndüğünde üstüne taş düştü, ne sana yardım edebildi ne kendini kurtarabildi. Aslında sizi kurtarmayacaktım ama o son anda benden yardım istedi. Ares sizi yok etmeden ruhlarınızı yanıma çektim. Ruhlarınız kurtuldu fakat bedenleriniz için aynı şeyi söyleyemem."
Bu acımasızlığı, umursamazlığı sinirlerimi bozmuştu. Resmen oğlunun ölümünü izleyeceğini söylemişti. Burada gittikçe nefes almam zorlaşıyordu. Sık sık aldığım nefeslerin arasında "Madem ruhlarımızı çektin, o zaman neden Marcus uyanmadı da ben uyandım ? " diyebildim.
Marcus'a doğru baktı. "O yaşıyor ama senden daha ağır yaralı bir durumda. Daha erken kendine gelebilmesi için onu Styks'e atacağım. Aslında seni de uyandırmamam gerekiyordu ama konuşmamız gereken konular var Tanrıça."
Marcus'un yaşıyor olması biraz olsun beni rahatlatmıştı ama Hades'in oğlu varken benle konuşmak istemesi endişelenmeme sebep olmuştu. Hiç bir şey söylemeden yüzüne baktım.
Sinirli bir sesle "Bundan sonra görevinizin ne kadar zorlaşacağının farkındasındır umarım." Dedi.
Nefesimi kontrol altına alabilmek için kafa sallamakla yetindim.
Bir kaç adım daha bana yaklaştı. " Çocuklarım arasında bana en çok o benziyor. Bir anlık öfkesiyle çok yanlış kararlar verebilir. Hatta verecek. Senden istediğim bu yanlış kararlara engel olmak."
Ensemdeki ağrı yüzünden konuşmak şöyle dursun cümlelerini anlamakta bile zorlanıyordum. Soğuk soğuk terlemeye başlamıştım. Zar zor "Sinirlendiğinde beni dinleyeceğini pek sanmıyorum. " diyebildim.
Gözlerini oğlundan ayırarak bana sert bir bakış attı. "Seni övmemi bekliyorsan, çok beklersin. Diomedes onu kışkırtmaya çalıştığında nasıl sakinleştirdiğini biliyorum Shaila. Bir Zeus kızı olarak senden bir şey istemek yapacağım son şey bile değildi ama düşündüğüm şey sen değilsin, oğlum. Ayrıca bu bir rica değil, emirdir."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elysium'un Sırrı
FantasyHades öfkeden deliye dönmüş bir şekilde yer altındaki şatosunda volta atıyordu. ''Sen Zeus...Beni karşına almakla büyük hata ettin.Bunun bedelini ödeyeceksin.'' Öfkeden göz bebekleri saydamlaşmış ve Karanlıklar Lordu'nun sembolü olan mor renge bürün...