Atlas

6K 442 16
                                    

Burada sık ağaçlar ve berbat kokulu çiçeklerden fazlası yoktu. Ağaçların kökleri o kadar büyüktü ki kaç defa çarpıp düştüğümü hatırlamıyorum bile.
Ayaklarımdaki çamurdan kurtulmak için yaprakların üstünde attığım bir kaç sert adımdan sonra geri dönmeye karar verdim. Daha derine inmenin anlamı yoktu. Aptal Thanatos ormanda ne bulmamı amaçlayarak beni buraya göndermişti acaba? Gerçi amacı benim bir şeyler bulmam değildi. Benim korkak olduğumu görmek istiyordu. Keşke dik kafalılığı bir kenara bırakıp dürüstçe korktuğumu söyleseydim ya da Marcus'un teklifini kabul etseydim. Olur mu hiç öyle şey? (!) Koskoca Hera kızıyım ya, illa inatçılık yapacağım.

Bir süre sonra ayaklarım toprağa batmaya başlamıştı. Buraya girdiğimde toprağın bu kadar gevşek olup olmadığını hatırlamaya çalışıyordum. Değildi, çünkü yerde çok fazla ağaç kökü vardı. Üstlerinde çamur olduğunu zannetmiyordum. Ama yanlış yönde gitmediğime de emindim. Aynı tür ağaçların bile her birinin farklı özellikleri, ayırt edici yerleri vardı. Abel ile en son konuşmamızda bana bundan bahsetmişti. Ormanda kaybolabileceğim ihtimalini düşünerek ağaçları zihnimde kodlamıştım.
Koyu karanlık ve sessiz ortamda hafif esen rüzgar yüzünden birbirine çarpan yaprakların hışırtısı bile ejderha kükremesi gibiydi.
Az önce düşmemek için gövdesine tutunduğum çam ağacından bulaşan sakızı üzerime sildiğimde elime sert bir şeyler çarpmıştı. Sakin olmaya çalışarak ayaklarıma baktım. Belime kadar toprak içindeydim ama bunu hissetmiyor, hala yürüyebiliyordum. Kurtulmak için koşmayı deneyince toprak birden ayaklarımı sıkıştırarak beni durdurdu. Şimdi adım bile atamıyordum.

"Marcus, buralarda mısın?" Hala sakinliğimi korumayı denesem de başarılı olamayacağımı biliyordum. "Marcus!"

"Kaderin önüne geçemeyeceksin Shaila. Çok yakında benimle yüzleşmek zorunda kalacaksın."

Yaşlı ve uykulu bu sesin bana seslenmesinden sonra önümdeki ağaç kökleri geriye doğru çekilip toprağı ortaya çıkardılar. Toprak, üst üste gelip birleşerek büyükçe bir tepe oluşturmuştu. Benimle konuşan kişi Gaia'dan başkası olamazdı.
Geriye çekilen ağaç kökleri fısıltılar eşliğinde ayaklarıma dolandılar. Hareket etmek için her şeyi yapsam da hiç bir şey işe yaramıyordu.

"Kaderi değiştiremezsin Shaila."

"Pes etmek zorundasın Shaila."

"Eve dön Shaila."

Önümde kümelenen tepeden üzerime toprak parçaları yağıyordu. Doğa parmağımı bile kıpırdatamayacak bir hale getirmişti beni. "Hayır. HAYIR!"

Son çare güç kullanmak için avuçlarımı birleştirmeye çalışıyordum ama bu sefer de sarmaşıklar bileklerime dolanmıştı. Toprak deniz dalgası gibi beni içine alacakken yığın parçalanarak yere dağıldı.

Ayaklarımı tutan toprak gevşedi. Ağaç kökleri yavaş yavaş üzerimden çekildi. Ellerimi bağlayan sarmaşık koptu. Can havliyle üzerimdeki toprağı ve ölü sarmaşığı sirkeledim.
Bıçağını görür görmez Marcus'un beni kurtardığını anlamıştım ama az önce yaşadığım şey yüzünden o olduğundan emin olamıyordum.
Ay ışığında parlayan gözlerini bana dikince derin bir nefes aldım. Hemen koluma sarıldı.

"Gaia...Gaia benimle konuştu. Marcus Gaia benimle konuştu." Kekeleyerek kurduğum cümlenin arkasından hıçkırıklara boğuldum.

Eliyle gözyaşlarımı sildi. "Geçti. Bak, Gaia falan yok. Bitti. Hadi Shaila, biraz toparlan. Meydana çıkalım. Her şeyi anlatırsın."

Dizlerim tutmuyordu. Toprağı üstümden atmış olmama rağmen değdiği her yer acıyordu. Bir kez daha Marcus benimle olduğu için tanrılara şükür etmiştim.

Elysium'un Sırrı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin