10 bin okumanın şerefine bu bölüm tüm Olimpos halkına. Beni ilk hedefime ulaştırdığınız için teşekkürler tanrılarım/tanrıçalarım :)
"Nasıl hissediyorsun?"
"Sanırım biraz daha iyi. Peki sen?"
Tıpkı benimkiler gibi morarmış bileklerini ovarak cevap verdi."Çok rahat bir uyku çektiğim söylenemez ama her anlamda hapishanedeki durumumdan daha iyiyim."Göğsümdeki ağrı gittikçe etkisini kaybediyordu ama yinede bazen nefes almamı engelleyecek kadar vardı.
Derin nefeslerimi fark etmiş olacakki yeniden konuşmaya başladı. "Senin yerine o darbeyi başkası yeseydi bu kadar kolay toparlanamazdı."
"Ben toparlandıysam o kadar ağır bir darbe değildir." Çocukluğumu hatırlıyorum. Daha bir hastalıktan yeni kurtulmuşken öteki baş gösterirdi. Vücudumda açılan ufacık bir yaranın bile iyileşmesi haftalar sürerdi. Gerçi bu göreve çıktıktan sonra yaralarımın bu kadar çabuk iyileşmesi gerçekten şaşırtıcıydı. "Ya da birileri beni koruyor." Olimpos'tan ayrıldıktan sonra ilk kez annemi bu kadar yakınımda hissetmiştim. O beni koruyordu. Daha önce isyan ettiğim için şu an kendimden utanıyorum.
Tişörtünün kollarını kıvırarak daha önce onunla yaşadığım ilk mücadelede aldığı yaraya baktı. Hidra onu fena yaralamıştı. Şimdi ise o yara yeniden hortlamış gibi görünüyordu.Sorgucu bakışlarımı fark ederek açıklama yaptı. "Eh bende gorgonlardan darbe yedim tabii."
Hidra'nın saldırdığı gün saniyesine kadar aklımda canlandı. O zamanlar neyin içinde olduğumu bile bilmiyordum. Hafif bir tebessümle "O yaranın orda olduğunu bile unutmuşum." Dedim.
"O kadar çok yara aldıkki bu en hafifi olduğundan unutmuşsundur. Tanrılar için göreve çıkmamış olsak çoktan Tartarus'a varmıştık." Memnuniyetsiz bir tavırla parmaklarını çıtlattı.
Yine Tartarus muhabbetine girip içimi baymak istemediğimden konuyu değiştirme kararı aldım. "Artık yola çıksak mı?" Marcus çoktan parmaklarıyla uğraşmayı bırakıp bıçaklarıyla oynamaya başlamıştı bile. Bu kararı vermem uzun sürmüş olmalıydı.
Dalgın bir edayla yüzüme baktı. "İobates'i bulmadan devam etmek istemiyorum. Ona borcum var."
Kendi derdimle uğraşmaktan İobates'i unutmuştum. İtiraf etmek gerekirse unutmak şöyle dursun, onu hiç merak bile etmiyordum çünkü ölmesinden korktuğum tek kişi zaten yanımdaydı. O an ne kadar bencilleştiğimi anladım. Sadece Marcus'u düşünüyordum, sadece o iyi olsun istiyordum ve diğer hiç kimse umrumda değildi.
"Ne borcun var?" Suçlu olduğumu yeterince belli ederek yanıtlayabilmiştim.
Suratının olduğundan daha beyaz göründüğünü yeni fark ettim."Boşver. Umarım koca adam iyidir. Onu ölü bulmak istemiyorum."
Sürekli verdiği kaçamak cevaplar hatta bazen hiç cevap vermemesi en nefret ettiğim huyları arasında kesinlikle birinci sıradaydı. Bu bardağı taşıran son damla olmuştu. Artık bende onunla böyle konuşacaktım.
Ters ters bakarak ayağa kalktım. "İobates'in bizimle olmadığına üzülüyorum ama bu görev için bize zaman kaybettirmeyecek mi?"
Acele etmeden doğruldu. "Kaybettirecek ama en azından onu arayarak vicdanımı rahatlatmak istiyorum."
"Peki tam olarak nerde arayacağız? Hapishaneye nasıl geldiğimizi bile bilmiyoruz. Şu an nerde olduğumuzu, nereye gideceğimizi hiç bir şey bilmiyoruz."
Ayağa kalkarken cevapladı. "Bizi hapishaneye attıklarına göre onu da fazla uzağa atmış olamazlar."
İobates'i bulmak istiyordum ama mantığım bir türlü susmayarak Marcus'u sorulara boğup bu isteğinden vazgeçirme peşindeydi. "Ya attılarsa?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elysium'un Sırrı
FantasyHades öfkeden deliye dönmüş bir şekilde yer altındaki şatosunda volta atıyordu. ''Sen Zeus...Beni karşına almakla büyük hata ettin.Bunun bedelini ödeyeceksin.'' Öfkeden göz bebekleri saydamlaşmış ve Karanlıklar Lordu'nun sembolü olan mor renge bürün...