Thanatos yazıyı okuyabilmem için duvarın önünden çekildi. Yine geçmişime ya da kendime dair bir şeyler öğrenmekten korktuğum için çekimser yaklaşmıştım ama neyseki tahmin ettiğim türde bir yazı değildi.
Nefesimi toparladıktan sonra sesli okudum. "Tüm inananlar için. Unutmayın, inanmakta tanrıların size bir lütfudur. Burası auroraya ulaşacağınız yerdir. O der ki; İnanmaktan vazgeçen karanlığın çocuğudur. İnananları Zeus kutsar, Hades Elysium'un en güzel köşesine koyar."
Marcus yüzünü buruşturdu. "Bu ne şimdi? Bizler de karanlığın çocuğuyuz ama inancımızın olmadığı söylenemez."
Thanatos hemen Marcus'un yanlış anlamasına müdahale etti. "Kastettiği şey bu değil. Yani hiç kimse aydınlık dururken karanlıkta yürümeyi tercih etmez. İnanmak, inanç aydınlıktır. İnanmamak, inançsızlık karanlık. Tanrılar ve titanlar inancı böyle sembolize etmişlerdir."
"Peki auroraya ulaşmak ne demek? Ve "o" kim?" Diyerek lafa karıştım.
Bir kaç saniye düşündükten sonra cevap verdi. "Tanrıların yeryüzünde bazı elçileri vardır. Bilirsiniz, bu elçiler tapınaklarda yaşarlar ve insanlara ibadet ederken yardımcı olurlar. Bu elçiler bazen ibadet ettiklerinde tanrılara öyle odaklanırlar ki onları hissederler. Adeta tanrılarla tek vücut olurlar. Buna auroraya ulaşmak denir." Sırıtarak ekledi. "Eğer bunu yapan kişiyle birleştiği tanrı zıt cinsiyetlerse genelde melez çocuklar doğar. Hercules'in doğumu böyle olmuştur mesela. Hera da bu yüzden çıldırdı." Sert bakışlarımın hedefi olunca ciddileştiğini hissettim. Annem bana ne yapmış olursa olsun hakkında böyle konuşulmasına izin veremezdim. "Ve şu "o" konusuna gelirsek. Oraya kimi koyarsan o "o"dur. Mesela oraya Zeus'u koyabilirsin. Hera'yı koyabilirsin. Kendini koyabilirsin. Önemli olan "o"na inanmandır."
"Kimin abisi işte..." Marcus'un lafı bitmeden Thanatos sırtına bir tane geçirdi.
"Seninle sonra görüşmem gereken bir konu var küçük şey. Onüç görev yüzünden sana hala sinirliyim."
Onlar aralarında tartışırken ben yazıyı inceliyordum. En altta, duvarın köşesine sanki bir mahkumun hapishanede gün sayması gibi atılan çizikler dikkatimi çekti. P harfini andırıyordu, merakıma yenik düşerek elimi harfin üzerine koydum.
O an ne olduysa oldu. Yerden gökyüzüne, etrafımızı çevreleyecek şekilde siyah dumanlar yükseliyordu. Marcus ve Thanatos didişmeyi bırakıp hayretle etrafa baktılar. Hiç bir şey yapamadan öylece kalmıştık.Dumanlar yerini tatlı esintilere bıraktığında ortamızda sarı renk teni ve siyah uzun saçlarıyla en fazla bacağımın yarısı kadar olan bir kız belirdi. Beyaz elbisesinin üstündeki altın rengi işlemeler soylu biri olduğunu gösteriyordu.
Ensesindeki dövmeyi görünce kafama dank etti. "Pandora!"
Kızın adını söyler söylemez önümde diz çöktü. Ne yapacağımı şaşırmıştım. "Işık. Tanrılarım, nihayet ışık! Shaila. Işık tanrıçası. Seni ne kadar uzun zamandır bekliyorum bilemezsin."
"Anlamadım beni neden bekliyorsun?" Kızın yanına çöktüğümde hikayesi aklıma geldi. Onun teni saflığın göstergesi olan balmumundan yapılmıştı. Zeus insanları cezalandırmak için kadın cinsini mükemmel olarak yaratıp tanrılardan ateşi çalan Promethus'un kardeşi Epimetheus'a onu hediye olarak yollamıştı. Her şeyi kusursuzdu, bir şey hariç. Zeus ona hediye olarak bizim de peşine düştüğümüz kutuyu evlilik hediyesi olarak vermişti. Bu kutuyla tüm iyilikler mümkün olduğu gibi tüm kötülükler de mümkündü. O günden sonra Pandora yaşamayı bırakıp bu kutuyu korumaya kendini adamıştı.
Pandora ben konuşmamı bitirince daha çok ayaklarıma kapandı. "Bana bir tek sen yardım edebilirsin."
Thanatos kızın ne durumda olduğunu umursamadan sert bir tonla "Bize de bir tek sen yardım edebilirsin." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elysium'un Sırrı
FantasíaHades öfkeden deliye dönmüş bir şekilde yer altındaki şatosunda volta atıyordu. ''Sen Zeus...Beni karşına almakla büyük hata ettin.Bunun bedelini ödeyeceksin.'' Öfkeden göz bebekleri saydamlaşmış ve Karanlıklar Lordu'nun sembolü olan mor renge bürün...