Gece çok uzun gelmişti bu sefer. Yarım yamalak ve kabuslarla dolu bir uykudan uyandım. Ayaklarımı yataktan aşağıya sallandırırken derin bir nefes alarak gördüğüm kabuslarda verilmek istenen bir mesaj var mı diye düşünmeye başladım. Olimpos soyundansanız ebeveynleriniz size rüyalarınızda geleceğinizle ilgili tüyolar verebiliyordu işte.
İlk gördüğüm kabus sinir bozucuydu. Yeşillikle dolu bir bahçede yürüyordum,burası Hades'in şatosuna gelirken Elysium'dan geçtiğim yerin devamı gibiydi. Yürüyordum,yüzümde ruhsuz bir ifade vardı. Biraz daha yürüdükten sonra karşımda suratını net göremediğim bir adam belirmişti. Konuşmaları tam duyamamıştım ama hatırladığım şey bana birşey hakkında 2 seçenek sunduğuydu. Muhtemelen yanlış cevabı vermiş olacaktım ki etraf bir anda kararıyor ve kül yağmuru başlıyordu. Kül tenime deydikçe ten rengim beyazlaşıyordu,hayaletleşiyor gibiydim. Çırpınarak kaçmaya çalışıyordum ama kaçamıyordum.
Gördüğüm diğer kabus ise daha sinir bozucuydu. Dibini göremediğim bir boşluğa düşüyordum,işin sinir bozucu olan tarafı ara ara uyanıp uyuduğumda o boşluktan düşmeye devam ediyordum.
Gördüğüm kabusları anlamlandırmaya çalışırken odaya sessizce Beth girdi. Vücudu insanlaşmaya başlamıştı,hayaletimsi formundan çıkmış gibiydi. Kolundaki kıyafetleri yavaşça ayak ucuma bıraktı.
Boğuk bir sesle ''Labirentte elbiselerle rahat edemeyeceğinizi düşündüm efendim.'' dedi.
Sesi hala hayalet gibiydi ama ağlamaklı olduğunu anlamama yetecek kadar duyguluydu. Yine o umutsuzluk hissi içimi kaplamıştı. Marcus'la konuştuğum kararlılığımdan eser yoktu neredeyse.
''Peki,teşekkürler.'' Sesim düşündüğümden daha da ruhsuzdu.
Beth elleriyle yüzünü kapatarak konuşmaya başladı. ''Lord Hades kaçmamanız için bütün çıkışları tutturdu ve hazırlanmanız için 1 saatiniz olduğunu söyledi.''
Sıkıntılı bir şekilde nefes aldım. ''Tamam,başka birşey yoksa çıkabilirsin.''
''Tanrılar siz ve Marcus'un yanında olsun.'' diyerek odadan kaçarcasına çıktı.
Şu saatten sonra Tanrılar benimle olsa ne değişirdi ki ? Tanrılar hayatlarımıza müdahale etmezdi,Zeus bunu yasaklamıştı. Zeus başıma neler geleceğini en başından beri biliyordu ama hiç birşey yapmıyordu. O an içimde babama karşı tarifsiz bir nefret oluştu. Anneme karşı içimde nefret yoktu çünkü babamdan habersiz birşey yapamazdı.
Düşüncelerimden sıyrılıp bir an önce hazırlanmam gerektiğini fark ettim. Beth'in getirdiği kıyafetleri incelemeye başladım. Askeri yeşil bir yağmurluk,beyaz bir tişört,siyah pantolon ve siyah botlar getirmişti.
Kıyafetleri üstüme geçirmekle meşgulken kapı çaldı. Aceleyle tişörtümü indirip kapıyı açtım.
Gelen Marcus'tu,hiç birşey söylemeden içeri girdi. Yatağımın ucuna oturdu. Bir süre ortamı sıkıntılı bir sessizlik sardı. Sanki Marcus bile neden buraya geldiğini bilmiyor gibiydi. Daha fazla dayanamayarak yanına oturup konuşmaya başladım.
''Bir sorun mu var ? ''
Derin bir iç çekti. ''Sadece nasıl olduğunu merak ettim. Yaklaşık 20 dakikamız var.''
Cevap vermedim. Sabah saatleri olmasına rağmen yeraltında güneş olmadığı için her daim açık olan şatonun aydınlatması pencereden içeri süzülüyordu. Son kez ışığa baktım. Tabii ki de güneşin yerini tutmuyordu ama labirentte o ışığı bile bulamayacaktım.
''Umudunu kaybetmiş gibisin.'' diyerek sessizliği bozdum.
''Hayır,bunu başaracağız bundan eminim. '' Net bir ifade ile cevap vermişti ama yine de düşünceliydi. Bu sırada kapı çaldı.
''Muhafızlardır...bir an önce gidelim.'' Diye hevesli (!) bir cevap verdi.
************
Yine sürüklenerek labirent kapısına getirildim. Marcus kendi isteğiyle geldiği için onu muhafızlar tutmamıştı tabii birde prens olduğu gerçeği vardı. Şatonun yaklaşık 7 kat altındaydık. Muhafız beni yere kibar bir şekilde (!) bıraktıktan sonra toprak duvar gibi duran kapı olduğunu düşündüğüm yere yaklaştı. Parmağıyla delta harfini çizdi. Muhafız kapıdan uzaklaşırken büyük bir gürültü ile kapı çökmeye başladı. Şu an ki görüntüsü bile ''dikkat ! buraya giren çıkamıyor ! '' der gibiydi zaten.
Yaka paça Marcus ile birlikte labirentin içine atıldık. İçeriye girer girmez kapı yeniden toprakla örtüldü. Labirentle baş başa kalmıştık. İçerinin nem ve küf kokusu şimdiden beni yerle bir etmişti,derin nefes almaya çalışarak Marcus'a ''şimdi ne yapacağız'' dercesine baktım.
''Bu tarafa doğru bir yürümeye başlayalım. Soğukkanlı olmaya çalışmalıyız,karşımıza ne çıkacak bilmiyoruz. '' Yürümeye başladı.
''Soğukkanlı olmama gerek yok,buranın havası zaten kanımı dondurdu.'' Peşine takıldım.
Beni duymamış gibi devam etti. ''İlk neyle sınanacağız acaba.''
''Önce ufak tuzaklar başlar,sonrasında büyük yaratıklara kadar gider. Şu an attığımız adıma dikkat etmemiz gerek. ''
Daha lafım bitmemişti ki burnumun dibinden alev topu geçti. Çığlık atarak Marcus'un koluna sarıldım.
''İyi misin ? birşeyin var mı ? dikkatli olsana biraz ya ! '' Telaşla yüzüme baktı.
''Topun ısısını burnumda hissettim suratım eriyecekti.'' Sesim ağlamaklı çıkmıştı.
''Tamam,erimediğine göre sıkıntı yok.''
''GERİZEKALI''
Sinirle yüzüne baktım. Bir şeyler söyleyecektim ki beni susturdu.
''Shaila bak. Burada kavga etmemiz ve vakit kaybedecek durumlara girmemiz bizim zararımıza. Hem iyisin,bir şey olmadı. Lütfen atışmayalım olur mu ? ''
''İyi tamam.''
Haklıydı. Bu karşımıza çıkabilen en hafif tuzaktı. İleride kim bilir hangi tuzaklarla karşılaşacaktık,kim bilir hangisinde ölecektim. İleriye doğru baktığımda duvarların birbirine yaklaşıyor gibi göründüğünü fark ettim.
''Marcus,duvarlar birbirine doğru mu yaklaşıyor bana mı öyle geldi ? ''
Kafasını çevirip duvarlara doğru baktı.
''Shaila koş ! ''
Daha dikkatli baktığımda duvarların birbirine yaklaşıyor gibi görünmediğini yaklaştığını fark ettim. Var gücümüzle koşmaya başladık. Koşuyoruz koşmasına da nereye koşuyoruz ? Bu şeyin sonu yok. Koşarken Marcus'a bağırarak sesimi duyurmaya çalıştım.
''Marcus ! biz nereye koşuyoruz ? Bu şey sonsuza kadar gider ! ''
''Sen koş,elbet duracak bir yerde ! '' O da aynı şekilde bağırarak cevap verdi.
Kafamı hafifçe çevirip arkama baktığımda duvarların hala yaklaşmaya devam ettiğini ve neredeyse 1 adım gerime kadar yaklaştığını gördüm. Keşke hiç arkama bakmasaydım diye içimden geçirdim.
Yaklaşık 5 dakika daha koştuğumuzda az ileride bir odaya doğru olduğunu tahmin ettiğim giriş belirdi. Girişin bir odaya açılması ve orada da yaklaşan duvarlar olmaması için dua etmeye başlayarak daha hızlı koşmaya çalıştım.
Önce Marcus,arkasından ben son anda odaya girmeyi başarmıştık. Biz odaya adımımızı atar atmaz duvarların tamamı kapanmıştı. Milimlik bir farkla kurtulmuştuk.
Küf,nem kokusu,üstüne birde yaklaşık 20 dakikalık bir koşu eklendiğinde ciğerlerimin patlamadığına şükrediyordum. Nefes nefese kalmıştık. Soluklanmak için kendimi yere attım. Marcus ise sırtını duvara dayamış nefesini kontrol altına almaya çalışıyordu.
Biraz kendime geldikten sonra etrafı incelemeye başladım. Odanın hiç bir yerinde ışık olmadığı halde loş bir hava hakimdi. Yerdeki taşların çok eski olduğu her halinden belli oluyordu. Nemden renkleri siyaha dönmüştü,yer yer taşların üstünü yosunlar kaplamıştı. Odada toplam 4 sütun vardı. Yerdeki taşların aksine sütunların rengi beyazdı ve şaşırtıcı derecede yeni görünüyorlardı.
''Shaila şunlara bak.''
Kafamı ona doğru çevirdiğimde tavana baktığını gördüm. İlk bakışta sadece yeşil ve soluk kırmızı renkte kabartmalar vardı,bu haliyle hiç bir şey ifade etmiyordu.
Bir şey anlamadığımı Marcus fark etmiş olacak ki yanıma doğru gelip beni ayağa kaldırmak için elini uzattı.
''Dikkatli bak,sıradan kabartma değiller. Bir şey ifade etmeye çalıştıkları çok açık. ''
Marcus'un lafı üzerine dikkatlice tavandaki kabartmaları inceledim. Haklıydı,bir çeşit ilüzyon gibi kabartmalar dikkatli bakınca anlam kazanmıştı. Tavan dört parçaya bölünmüş,her parçasında farklı bir şey işlenmişti.
İlk parçada sert bakışları ve sinirli görüntüsü ile Zeus vardı. Tahtında oturmuş,bir elinde şimşeklerin en güçlüsü olan ilk şimşeği tutuyordu. Ares ve Hades'in tahtlarının bulunduğu yöne sırtını dönmüş gibiydi. Birazdan şimşeği önünde eğilen kadına fırlatacak gibi duruyordu. İkinci parçada elinde mızrağı ile savaş alanında olan Ares vardı. Üçüncü parçada ise bir masa başında savaş planları yapıyor gibi görünen Athena vardı. Dördüncü parçada ise genç olduğunu düşündüğüm biriyle Ares teke tek mücadele ediyordu.
Marcus eliyle ilk parçayı işaret ederek ''Sence o kadın kim ? '' dedi.
Tam bilmiyorum diyecekken kadının üstünde ufak bir güvercin sembolü görür gibi oldum. Daha dikkatli baktığımda güvercin sembolü olduğuna kanaat getirdim.
''Afrodit olmalı. Kadının elbisesindeki tokaya bak,güvercin var.''
Gözlerini kısarak parmağımla işaret ettiğim yere baktı.
''Haklısın,Afrodit o. Ama neden Zeus'un önünde diz çökmüş ki ? ''
''Bilmiyorum... Babamın Afrodit'i çok sevdiği söylenemez ama bu şekilde cezalandırması için çok büyük bir suç işlemiş olmalı.''
İmalı bir şekilde ''İşlediği suç Ares'le ilgili herhalde.'' dedi.
''Afrodit'in Ares'le birlikte olmasına Zeus'un bu denli kızacağını sanmıyorum. Afrodit'in işi bu sonuçta. Aşk Tanrıçası o. Bence bu olaylar aşktan daha derin.'' Elimle diğer parçalar üzerinde bir daire çizerek ekledim. ''Afrodit her ne yaptıysa Olimpos'un Ares'e karşı gard alacağı biçimde bir şey olmalı. Athena savaş planları yapıyor ve birisi Ares'le düelloya çıkıyor. ''
''Baban Ares'in sana aşık olduğunu biliyor mu ? ''
Yüzümü buruşturarak ona baktım. ''Öğrenmiş olabilir.''
Duygusuz bir ifade ile ''Ares'in sana aşık olması Afrodit'in laneti.'' dedi.
Marcus aklını kaçırdı herhalde ya da havanın nemi beyninde yosun çıkmasına yol açtı.
''Saçmalama Afrodit neden beni lanetlesin ? ''
''Saçmalamıyorum göreceksin.''
''Peki o zaman Ares'le düelloya çıkanın kim olduğunu da biliyorsundur,aydınlatsana beni.''
''Bak onun hakkında hiç bir fikrim yok işte. Herkes olabilir ama bir Tanrı olmadığı ortada.''
Omuz silkerek ''Bu kabartmaları neden gerçek gibi düşündük ki biz ? Labirentin yaptığı zihin oyunlarından birisi olabilir.'' dedim.
''Olabilir de,olmayabilir de.''
''Her neyse,bu odadan nasıl çıkacağız biz ? ''
Aptalmışım gibi bakıp yan dönerek eliyle arkamda kalan demir merdivenleri gösterdi.
''Bu taraftan.''
Bir dahakine gittiğim yeri tam anlamıyla incelemeden konuşmayacağım konusunda kendime söz vererek Marcus'un peşine takıldım.
''Bu arada,neden ben hep Marcus'un peşine takılıyorum ? ''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elysium'un Sırrı
FantasyHades öfkeden deliye dönmüş bir şekilde yer altındaki şatosunda volta atıyordu. ''Sen Zeus...Beni karşına almakla büyük hata ettin.Bunun bedelini ödeyeceksin.'' Öfkeden göz bebekleri saydamlaşmış ve Karanlıklar Lordu'nun sembolü olan mor renge bürün...