Nekropolis

6.4K 475 40
                                    

"Shaila dur." Arkamdan yaklaşarak sırtıma dokundu. Birden bire böyle durdurmasından çok sesindeki sakinlik dikkatimi çekmişti. "Az sonra karşılaşacağın manzara karşısında şoka girmeni istemiyorum."

Yine korkmaya başlamıştım. Aslında korkmak artık benim için düşünmek kadar sıradandı. "Ne oldu?"

Yerdeki siyah toprağı işaret ederek açıklamaya başladı. "Nekropoller sadece insanların hayatında ya da yeraltında olmaz. Açık hava nekropolleri de vardır."

Tepkimi ölçmek için durduğunda ben çoktan kusmamak için ağzımı tutuyordum. Nekropol yani nekropolis ölülerin yeraltı zenginliklerini işgal etmemesi için toplu olarak konuldukları ya da gömüldükleri yerdi.

Beni umutsuz vaka olarak değerlendirdikten sonra devam etti. "Kutsalların bedenlerini buradaki açık hava nekropolüne atarlar."

Kutsallar derken kastettiği şey bizim gibi olanlardı. Aralarında tanıdık bedenler görme ihtimali beni deliliğe sürükleyebilirdi. Kendimce bahaneler uydurarak cevap verdim. "Doğru yolun oradan geçtiğini nereden biliyoruz? Belki de ters yöndeyizdir."

"Şimdiye kadar sezgilerimizde hiç yanılmadık. Belli ki tanrılar bizi yönlendiriyor."

"Ben korkuyorum." Gökyüzüne baktım. Babamın beni nasıl koruduğunu öğrendiğimden beri ne zaman kötü hissetsem ona sığınıyordum.

"Ölülerden değil, yaşayanlardan korkmalısın." Mantıklı bir şeyler söylediğini düşünürken gülümseyerek ekledi. "Çünkü ölüler ölüdür."

Abartıyla yerimden zıplayıp önünde selam verdim. "Yüce Marcus! Bu derin felsefi bilginden bizleri mahrum bırakma. Athena aşkına git ve Sokrates'in öğrencisi ol! Ya da boşver. Sokrates senin öğrencin olsun."

Kahkahaları arasında "Sokrates benim kuzenim zaten." Dedi.

"Gerçekten mi?" Ciddiye almıştım.

"Gözlerini sildikten sonra cevap verdi. "Hayır hayır, şaka yapıyorum. Bizim aileden felsefeci çıkmaz."

"Neden böyle düşünüyorsun ki?" O an ilk defa o konuşurken gözlerine bakamadığımı fark etmiştim. Acaba her zaman mı bakamıyordum yoksa dünden sonra mı özgüvenimi kaybetmiştim?

Ciddileşti. "Aldığımız eğitim tamamen öldürmeye ve vahşileşmeye yönelik. Yani bizim sorgulamaya, düşünmeye pek ihtiyacımız olmuyor."

Göreve yeni başladığım sıralarda bunu duysaydım eminim arkama bakmadan ondan kaçardım ama şu an bunu duymak beni rahatsız etmemişti. Bu yüzden içimde onunla biraz uğraşma isteği uyandı. Yürümeye başlarken "Peki neden seni vahşi ya da öldürücü görmüyorum?" Dedim.

Ufak bir kahkaha attı. Arkamda olduğu için gülüşünün anlamını çözememiştim. "Aspendos'tan çıkarken o satirin benden nasıl korktuğunu hatırla."

"Ama sen onu korkuttun. Durup dururken korkmadı." Suratının buz kesmesinden bahsetmezsek tabii diye içimden ekledim.

"Yapma. Sadece Hades oğlu olduğumu söyledim. Yani aslında belki bir şeyler daha eklemiş olabilirim."

Sözleşmiş gibi aynı anda durduk. Yemyeşil ormanın arasında sonu görünmeyen karanlık bir yer vardı. O yere rampayla iniliyordu ve ilerlemek için inilmek zorundaydı. Burası Marcus'un bahsettiği açık hava nekropolüydü.
Puslu havanın içinden bir ses geldi. Bu ses, kendimi bildim bileli yüzüne bile bakmaya korktuğum titanın, Atlas'ın acı dolu çığlıklarıydı. Tanrılar, ilk kuşak tanrıları yani titanları alt ettiklerinde tüm güçlü titanları cezalandırmışlardı. Atlas'ın cezası içlerinde en onur kırıcı olanıydı. Ömrünün sonuna kadar yani sonsuzluğa kadar babamın hükmettiği alanı, gökyüzünü taşıma cezasına çarptırılmıştı.

Elysium'un Sırrı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin