"Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?" Yavaşça yerden kalktım. Nefretle onu süzdükten sonra "Bu halde olmanın sebebi Marcus'u öldürecek olman mı?" Dedim. Sakinleşmem için bana yaklaştığında onu iteklemiştim. "Seni ilk gördüğüm andan beri Marcus'a yardım etmenin dışında amaçlarının olduğunu biliyordum."
Teslim olur gibi geri çekildi. "Evet anlatılanlardan daha zekiydin. Düşündüğümden ise çok daha fazla. Ve hisliydin. Aranızda bir şeyler olabileceğini hesaba katmadan o gün karşınıza çıktım. İtiraf etmek gerekirse bir an hissettiğin şeyi dile getireceğinden korktum." Gözlerimin içine öfkeyle baktı. "Benim görevim bu. Zorlanıyorum. Beni sorumlu tutma. Anladın mı? Zorundayım. Çünkü kader tanrıçaları onun ipini kesti."
"Hah aptal. Bu mümkün değil. O ölürse Olimpos tehlikeye girer. Kader tanrıçaları senin gibi salak mı kendi ipini kessin?" Nefesim tıpkı yeraltındaki gibi daralmaya başlamıştı. "Egona ne oldu Ölüm Tanrısı? Yoksa kadere kafa tutamayacak kadar korkaklaştın mı? Çok yazık biliyor musun. Senin gibi biri sırf Olimpos'a sırt çevirmesin diye tanrılaştırıldı." Sustuğumda soluk soluğa kalmıştım.
"Kafan basmıyor değil mi?" Ben nefes almaya çalışırken çenemden tuttu. "Marcus'un Olimpos için hiçbir önemi yok. Marcus gider, Hercules gelir. Hercules gider, Aşil gelir. Ölen arkadaşın Abel'ı şimdi kim umursuyor? Sence Marcus'un ondan farkı ne? Hades oğlu olmak mı? Eminim insanlar bir Hades oğlundan kurtuldukları için adaklar yaparlar."
Tırnaklarımı koluna batırarak ellerini üzerimden çekmesini sağladım. "Kes sesini!"
Yüzüme yaklaştı. Öfkesi yerini sakinliğe bırakmıştı. "Gerçekleri duymak canını acıtıyor. Benimde. İnan bana kardeşimi öldürmektense Olimpos'a kafa tutmayı yeğlerdim. Sana hakkımda ne anlattı bilmiyorum ama ben onu seviyorum. O benim tek dostum. Evet onüç görevinden sonra aramızda çok sürtüşme oldu ama bu hiçbir zaman ona olan sevgimi değiştirmedi." Sonra yalvarır gibi ekledi. "Yapılabilecek bir şey var Shaila. Daha doğrusu senin yapabileceğin bir şey var."
Bir an onlara baktım. Savaş kızışıyordu. Şimdiden Marcus'un yüzünde kan vardı. Gökyüzünde şimşekler parladı. "Ne demek istiyorsun? Bak açık konuş bir bilmeceyi daha kaldıramam."
Hızla anlatmaya başladı. "Kaşif ßattna. Hani bir dönem notlarını buluyordunuz. O notlarda bazı harfler vardı ve birinde sırdan bahsetmişti. Hatırladın mı?"
"Evet."
"Siz o sırra çok yaklaşmıştınız ama Ares kalan notlara sizden önce ulaşıp yok ettirdi. O harfler size Elysium'un sırrını söyleyecekti." Tepkimi görmek için durdu.
Tüm ciddiyetimle "Sadece iyi yaşayan insanları ödüllendirmek amacıyla yaratılan bir yerin sırrı ne olabilir ki? O notu okuduğumuzda bu bana pek çekici gelmemişti." Dedim.
İç geçirdi. "Sır aslında Elysium'un değil Shaila. Kaderin sırrı. Bak hepimiz doğduğumuzda kader tanrıçaları ipimizin uzunluğunu belirler ve bize bazı yollar çizerler. Bu yollar Elysium'un duvarları üzerindedir."
Sabırsızlıkla cevap verdim. "İşin hikaye kısmını geçebilir misin artık?" O kadar telaşlıydım ki söylediği şeylere tepki verecek zamanı bile kendime tanımamıştım.
"İpin uzunluğu ne olursa olsun kişinin kader yolu devam ediyorsa bir şekilde hayata tutunur." Ares ile kılıç çarpıştıran Marcus'a bakarak devam etti. "Onun ipi kesildi ama kader yolu bitmek zorunda değil. Onu sen devam ettirebilirsin."
Şok olmuş bir vaziyette "İyi ama nasıl?" Dedim. Bu hikayeyi ilk kez duyuyordum.
"Marcus şu an kaybetmeye doğru gidiyor. Onun kader izini kazanmaya çevirirsen ipi yeniden sarılmaya başlanacak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elysium'un Sırrı
FantasyHades öfkeden deliye dönmüş bir şekilde yer altındaki şatosunda volta atıyordu. ''Sen Zeus...Beni karşına almakla büyük hata ettin.Bunun bedelini ödeyeceksin.'' Öfkeden göz bebekleri saydamlaşmış ve Karanlıklar Lordu'nun sembolü olan mor renge bürün...