Dağ

6K 470 12
                                    

Yanağımdan süzülen yaşla gözlerimi araladım. Bu sefer ilk uyanan ben olmuştum. Marcus hala uyuyordu ya da uyuyor gibi görünüyordu. Gerçi buna uyumak denemezdi. On dakika belki de on beş dakika gözlerimi kapattığımda gördüğüm yüzlerce kabusun tek konusu Marcus'tu. Gece anlattığı şeyler beni derinden etkilemişti. Babamın lanetlediği Kratos ile girdiği savaşlar, aldığı yaralar can yakıcıydı.

İçimden ona her zamanki gibi davranıp ağlamayacağıma dair sözler vererek onu uyandırmaya karar verdim. "Marcus"

Umduğumdan daha kısa sürede gözlerini açtı. "Uyumuyorum."

Bir an kendimi suçlu hissetmiştim. Yaşadığı her şeyi bana anlatırken o anları yeniden yaşamıştı. Özellikle nasıl yemin ettiğini anlattığı kısımda neredeyse ağlayacaktı.

"İyi uyudun mu?" Diye saçma bir soru yönelttim. Hiç uymadığı belliydi ama dünü hiç yaşanmamış gibi geride bırakacaktık.

İç geçirdi. Bu aralar ne kadar da çok yapıyordu bunu. "Uyumadım. Sende fazla iyi uyumuşa benziyorsun. Gözlerin uyumaktan isyan ediyor." İkinci cümlesinin ardından imalı bir bakış attı.

Gülümsedim. "Çok fazla kabus gördüm."

"Hadi ya." İnanamıyormuş gibi gözlerini büyüttü. Daha sonra ciddileşerek "Ne gördün?" Dedi.

Zoraki gülümsememi biraz derinleştirdim. "Abel'i." İsim ağzımdan çıkar çıkmaz pişman olmuştum. Sanki ben ölüm hakkında konuşmaktan kaçındıkça beynim bunu yapmak istiyordu.

Acele etmeden sırtını dikleştirip karşıma oturdu. "Abel'i?" Sürekli önüne düşüp kendisini sinir ettiğini düşündüğüm saç tutamıyla oynamayı bıraktı. "Eee anlat bakalım. Bitki çocuk sana ne demek istemiş."

Aslında gördüğüm kabusun anlamı açık ve net ortadaydı, bu yüzden kabusumu direk anlatamazdım.
Abel ve Marcus yakın arkadaş oluyorlardı ve ben buna dayanamayıp hasta oluyordum. Biraz değiştirerek anlatmaya başladım. "Pan'ın büyülü ormanında yürüyorduk. Bana tohumun nasıl yeşerdiğini anlatıyordu." Ve sen onunla iyi anlaşmıştın. Demeter ve Persephone'un öncülük ettiği bitkiler hakkında hararetli bir sohbetiniz vardı. Sizi iziliyordum. Mutlu olmam gerekirken ağlamak üzereydim. "Daha sonra bana bir Lotus uzattı ve gülümsedi." En manidar kısmı burasıydı. Lotus duygu karmaşasının sembolüydü. O sana bir bitki uzattı ve sen elinde yer açmak için uzun süredir elinde tuttuğun buğdayı bana verdin. Buğday elimle buluştuğu an soldu. Daha sonra derime işlemeye başladı. Size bağırdım. Duymadınız. Bir kaç kez adını fısıldadım. Birden kış geldi. Çevremdeki her şey rengini kaybetti. Senin için ağlayıp Abel'a isyan ediyordum. "İyi olduğunu söyledi. Sanırım biraz ürktüm."

Gözlerini devirdi. Daha önemli bir şeyler beklediği ortadaydı. "Onu özlemişsin." Bir an duraksadı. "Muse'nin bahsettiği kişi Abel olabilir mi?"

Buna hiç kafa yormamıştım ama rüyanın aslını duysaydı eminim buna bağlayamazdı. "Sanmıyorum. O annesinden başka tanrıya yemin etmedi." Diyerek kestirip attım.

Beklemediğim bir anda elimden tutarak ayağa kaldırdı.

"Aah!"

Bende onun beklemediği bir anda tokat atmıştım. "Bunu yapmaman konusunda seni uyarmıştım Marcus!"

Gülerek geriye doğru sendelemiş gibi yaptı. ''Sadece tepkini ölçmek istedim.'' Eliyle yanağını ovuşturdu. ''Baya sertmiş.''

Sinirden bakışlarımı başka yöne çevirdiğimde tavan ve duvarın birleştiği yerden sızan ışık gözlerimi kamaştırmıştı. Bu açıklığı yeni fark etmiştim ve dışarı bakmak için can atıyordum.

Elysium'un Sırrı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin