Kral Kelebeği'nden beri beni çokça destekleyen sewalmoon a yaptığı bu kapak için çok fazla teşekkür...
Karanlık tünelde vagonun tepesine yerleştirilen uyduruk beyaz ışık dışında bir aydınlatıcı olmadığından yüzünün bir kısmı gölgeli kalıyordu. Kahverengi değildi gözleri, neydi bilmiyorum ama kahverengi değildi.
Kolyeyi cebime atmıştım ancak yerime oturmadan önce bir refleksle kollarımdan yakalamış, olduğum yere sabitlemişti beni. Gerçekten az önce uyuyor muydu?
"Bak sen..." Yüzümü inceledi. Hızlıca geriye çekilip kollarımı elinden kurtardığımda bileğimi yakaladı. "N'apıyordun üzerimde?"
"Üzerinde mi? Biraz daha abart."
Güldü. "Yüzümü çok beğendiğini söylesen zaten yakından incelemene izin verirdim. Fırsatçılık yapmana gerek var mıydı gerçekten?"
Bileğimi kendiliğinden bırakana kadar tuttuğunu unutmuştum. Yerime oturdum. "Evet, gözlerin kapalıyken daha güzel."
"Herkes güzel gözlerim olduğunu söyler ama."
"Şeytani bakıyorlar."
Güldü.
Güldüm.
Kolye. Onda nasıl aynısı olabilirdi ki? Babam, Aziza'nın baş harfini özenle işlemişti kolyenin arkasına. Belki daha dikkatli bakmam gerekiyordu, belki kolye aynı değildi. Belkisi yoktu bu işin. Aynı kolye olması imkânsızdı.
"Ne düşünüyorsun?" dedi kocaman esnedikten sonra.
"Hiç." Durdum ve birkaç saniye sonra devam ettim. "Sen hangi zamana gitmek isterdin?" Kafamı boşaltmak istiyordum.
"Ben..." durdu. "İnsanların zamanla bu kadar kolay oynayamadığı bir zamana gitmek isterdim. Böyle bir ileri bir geri yapmadan, zamanın bize hükmettiği bir yılda durup anı yaşamak isterdim."
Zamanın insana hükmetmesi. Bu ifade bana korkunç geliyordu. "Hâlâ öyle değil mi zaten? Duyan da zaman makinesi bulundu zanneder. Bu tren var işte sadece, o da yalnızca suçlulara çalışıyor."
Başını iki yana salladı, bir süre bir şeyler düşünür gibi dudaklarını çiğnedi. "Deniyorlar. Bu başarılı olduğunda zaman avucunun içinde olacak." Bir avucunu açıp bir sihirbaz gibi parmaklarını oynattı. "Sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak."
Haklıydı. Bu trenin ilk yolcularıydık. Denektik. Değersizdik. Bu kadar ciddileşmesi nedense içime huzursuzluk veriyordu. "Olacakları biliyormuşsun gibi konuşma."
Güldü. "Belki biliyorumdur."
"Basit bir hırsızsın. Bir kâhin değil."
Bu sefer daha çok güldü. Bir süre sessizce beni izledi. "Eski modasın." dedi sonra ve üstündeki ceketi çıkarıp kenardaki boş koltuğa bıraktı.
"Sen kendine bak." Göz ucuyla üstümdeki elbiseye baktım. Gerçekten eski modaydım. Elli yıllık kıyafetler satan dükkanların birinden aldığım düz, yeşil bir elbise. Üstüne hiç de yakışmayan siyah bir hırka. "Ucuzlardı." dedim sonra savunur gibi. "Hem ben hırsız değilim."
Sırıttı. "Basit bir hırsız olsaydım senin için de çekici bir şeyler çalardım. Belki biraz daha dekolte." Yüzünü buruşturdu.
Gözlerim göğsüme kaydığında boğazlı elbisem boynumu kapattığı için şükrettim. Kolyemi onun görmesine şimdilik hiç gerek yoktu.
"Hadsiz." dedim.
"Sen hangi zamanda olmak isterdin?" Ciddileşmişti.
"Ben..." durup kendimle ona hislerimden bahsedip bahsetmeyeceğim konusunda ufak bir tartışma yapmam gerekiyordu. Yapmadım. Bu adamı bir daha görmeyecektim. "Doğduğum zamanı seviyorum."
"Yalancı."
Evet, yalandı. Omuz silktim. "Doğru söylüyorum."
"Olduğun zamanı sevseydin bu trende olmazdın."
"Ne demek o? Zaten isteyerek binmedim."
"Ama hayatın seni buraya getirdi. Üstelik bir katilmişsin. Sigara bile içmeyen küçük bir hanıma bir insan öldürten zaman, bize neler yapmaz..." Derin bir nefes verdi.
"Olmak istemezdim. Hiçbir yer ve zamanda, insanların içine doğmak istemezdim. Değişen tek şey zaman çünkü. Onlar hep aynı. Sayıların değişmesinin hiçbir önemi yok. Hangi zamanda olursam olayım bu ruhtayken onların içinde yaşayamıyorum. Keşke ceza olarak bizden zamanı değil de ruhumuzu alsalarmış."
Oturduğu yerde hiç kıpırdamadan beni dinliyordu. "Başka bir ruh seni tatmin eder miydi?"
"Denemek isterdim."
"Nasıl biri olarak mesela?"
"Çok sevilen biri olarak. Birinin beni tüm kalbiyle sevmesini isterdim. Her şeyden ve herkesten bağımsız sevilen bir ruh."
"O küçük kız seviyor gibiydi. Hani şu trene binmeden önce sana veda eden."
"O mu?" Omuz silktim. "O sayılmaz ki."
"Neden sayılmasın?"
"Ablasıyım çünkü. Kan bağı olan birini sevmek bir zorunluluk gibi."
"Ablası olmasan da severdi bence. Çok sıkı sarıldı."
''Ne biçim bir kıstas bu böyle.'' Başımı çevirip dolan gözlerimi sildim. Bu aralar daha sık yaşarıyorlardı, hainler. "Konuşma daha fazla. Sohbetin sarmıyor." Hâlâ lanet olası siyah tünelden çıkmamıştık. "Bu iğrenç alet neden bu kadar yavaş? Daha hızlı gitsin de bir an önce bitsin bu yolculuk."
"Beni böyle sevmiş olman mükemmel." Durgunlaşmıştı.
"Güvende hissetmiyorum, her an bir şey çalabilirsin."
Güldü, yine. "Bu vagondaki tek hırsız olmadığımı ikimiz de biliyoruz." Üstüne dokuz numarası dövme olarak işlenmiş elini bana uzatıp avcunu açtı. "Şimdi kolyeyi ver."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMAN TRENİ
Science Fiction2082 yılında suçluları taşıyan, onları tarihin en kötü zamanlarına terk eden bir trende kaderleri görünmez bir iple bağlanmış iki mahkumun hikayesi. Kapak Tasarım: @sewalmoon