Adam şehre ulaştığında durup kalabalığı dinledi. Yalnızlığın sesi. Onca insanın birbirlerinin yanından geçip tiksinir gibi kimseye değmeyişi ona geldiği zamanı hatırlattı. Onca yılda hiçbir şey değişmemişti demek. Kendisine göz ucuyla bakan birkaç kişiyi fark ettiğinde gidip üstüne başına bir şeyler almaya karar verdi. Yanılmıştı. Hiçbir şey değişmemiş değildi. Moda apaçık değişmişti işte.
''Zevksizler.'' diye mırıldandı dudaklarının arasındaki sigarayı fırlatıp.
Alacaklarını nasıl alacağı hakkında bir fikri yoktu. Zaten hiç olmazdı. Plan program ona göre değildi. Kafasına eseni yapar, istediğinde de suçu bir başkasına yıkıp sıvışabilirdi. Evet, bu ona tanrı vergisi bir hediyeydi.
Gözüne ilk çarpan cafcaflı bir mağazaya girdi. Cebi kabarık adamların girdiği yerlere benziyordu. Cebi kabarık, aklı boş diye düşündü çünkü içerideki kıyafetler berbattı. Mağaza çalışanının ona yaklaşmasına fırsat vermeden geri adım attı ve şaşkın bakışlarla onu izleyen kıza göz kırpıp ''Kral çıplak hayatım.'' dedi yüksek sesle.
Beton duvarların örttüğü şehirde biraz dolaşmaya karar verdi. Çok göze batmasının bir önemi yoktu. Kimse onun gelecekten geldiğini düşünmezdi. Bu insanlar, teknolojisi kısıtlı birer zavallıydı.
Elini cebine atıp kolyeyi yokladı, oradaydı.
O kadın da öyleydi. Dünya'nın ilk zamanlarına doğmak nasıl bir his diye düşünmeden edemedi. Kimsenin basmadığı topraklara basmak. Kimsenin görmediği yerleri görmek. Bir şeyi keşfetmek... Ateşi mesela. Ateşi keşfetmek kesinlikle havalı hissettirirdi. O ateşi keşfeden adamlardan biri olamadığı için biraz kıskançlık duydu. O imparator olamadığı için de öyle. Mesele bir devlet yönetmek değildi, bu ona göre aptallığın önde gideniydi. Kim binlerce insanın sorumluluğunu sırtına almak isterdi ki! Mesele o kadındı. Bir devlet yöneten küçük bir kadın.
Kadınları oldu olası sevmişti. Annesi hariç. Annesini sevmezdi. Sevmek istemezdi.
Hiç sigarası kalmamıştı, o yüzden bu düşüncelere bir son vermesi gerekiyordu.
Ona çarpan küçük bir şeyle duraksadı. Küçük kız bacak boyundaki bu küçük yaramaza bakarken kaşları çatıldı. Güzel bir çocuk diye düşündü. Kız gözlerini kaçırmadan asabi bir simayla ona karşılık verince bu fikrinden vazgeçti. Aptal, diye geçirdi içinden.
Kızın boynunun kopacağını düşünerek dizlerini eğdi ve onun boyuna yetişti.
''Bu kalabalıkta aptal bir koyun gibi koşmaman gerektiğini öğretmediler mi sana?''
Kız cevap vermeden dil çıkardı.
''Çirkin şey.'' Diyerek tiksintiyle baktı yüzüne adam. ''O dilini koparmadan sok içeri.''
Kız, adamın sözünü dinledi.
''Aferin.'' Adam küçük kızın omuzlarından geriye doğru baktı. ''Sanırım daha hızlı koşman gerek.'' dedi sonra. ''Annen seni yakalayacak.''
Kız adamın önünden tekrar fırlamadan önce ''O benim annem değil.'' diyerek uzaklaştı.
Adamın yanından geçen ve anne olmayan diğer, büyük olan kız ''Aziza!'' diye bağırıyordu.
Bu şehir, hayır hayır, bu zaman aptal doluydu. Ne olurdu o aklından çıkaramadığı imparatoriçenin zamanına bir köle olarak bırakılsaydı.
Belki tarihin kaderini değiştirirdi.
Kim bilir?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMAN TRENİ
Science Fiction2082 yılında suçluları taşıyan, onları tarihin en kötü zamanlarına terk eden bir trende kaderleri görünmez bir iple bağlanmış iki mahkumun hikayesi. Kapak Tasarım: @sewalmoon